Uluslararası Basında Çıkan Röportajlardan Bir Seçki​

Pekinellerin Gramophone, BBC Music, Fono-Forum, Fanfare, Pianists (Bärenreiter) gibi müzik dergileri ve Financial Times ve Frankfurter Allgemeine gibi gazetelerde çıkan röportajlarından bir seçki.

Göz teması kurmadan sırt sırta oturmak müziğinizi nasıl etkiliyor?

GP: Göz teması kurmamak yaratıcı bir mesafe almamızı sağlıyor. Konsantre olmuş bir şekilde risklere açıyoruz kendimizi.

Piyanolar karşılıklı yerleştirilip yalnızca birinin kapağı açıldığında ikinci piyanonun sesi salona ilk saflığının %65’ini yitirerek ulaşıyor. Pedal efektleri de boğuklaşıp tonal kalitenin karakterini yitirmesine neden oluyor. Senfonik ses fikrimizi sürekli geliştiriyoruz. Sırt sırta yerleşim, bizim için en mantıklı ve doğal olanı. 

Bu deneyimler müzikle mi ilgili, yoksa yılların bilgisi ve deneyiminin bir sonucu mu?

SP: Bu yerleşimin müziğin nefesi ve ritmini bireysel olarak oluşturma ve deneyimlememize imkân sağladığı sonucuna vardık. Bu, müziğin yorumlanmasında her açıdan mükemmele ulaşmak için yaptığımız uzun araştırmalar ve deneyimlerimizin bir sonucu.

Sahnede değilken de müziği farklı şekillerde mi yorumlamaya çalışırsınız?

GP: Öncelikle bakışımızda bir esnekliğe sahip olabilmek için her iki partiyi de çalışıyoruz. Ama ortak yoruma geçtiğimizde esas olan, müziğin özü ve eserin anafikri, bunu da beraber bulmamız gerekiyor. Yorumumuzu solo çalışmalarımızın birleşimi ve ekip çalışmamızın sonucu oluşturuyoruz.

İkiz olmasanız bu uyum söz konusu olur muydu?

SP: Bu salt spekülasyon. Yine bu kadar belirgin olmamakla birlikte bir uyum ve senkronizasyon yakalayabilirdik diye düşünüyorum. Neredeyse telepatik bir iletişim kuruyoruz. Tüm detaylar üzerine düşünsek de her konser bir sürpriz bizim için. Sezgilerimiz sürprizleri müziğe aktarmamıza yardımcı oluyor. Sırt sırta oturmamızın en önemli nedenlerinden biri, momentumu daha yoğun yaşamak ve yaşatmak için büyük bir riske meydan okuma isteğimiz.

Birbirinizle karşılaştırıldınız mı? Bu ikiz olarak ilişkinizi nasıl etkiledi.

GP: Tabii ki benzerliğimiz sonucu karşılaştırıldık. “Hanginiz daha iyi çalıyor, hanginiz daha çok çalıyor” gibi sorular bizi etkilemişti. Ama biz çok erken yaşta çözdük bu meseleyi. Ne Süher benim notalarımı çalmıştır ne de ben onunkileri dinlemişimdir, aynı hocalarla çalışmamıza rağmen. Bunu özel hayatımıza da yansıttık. Arkadaşlarımızdan başlayarak hayat tarzlarımız birbirinden tamamen farklıdır.

Günümüzün en önemli ustalarıyla çalışma fırsatını nasıl elde ettiniz?

SP: Dünyanın en iyi eğitimcilerinin yanı sıra en etkileyici müzisyenleriyle de çalışma şansına sahip olduk. Onlar müzisyenleri öğrenciden çok meslektaşları olarak görüyorlar. 20. yüzyıl müziğine özgün yorumlarıyla damgasını vuran Serkin, Arrau, Karajan, Bernstein ve Mehta gibi sanatçılar bize dünyanın kapılarını araladı. Yıllar içinde gerek yakından gerek uzaktan kariyerimizin gelişimini izlediler. Onların duyduğu güven bizi en zor zamanlarda korudu ve motive etti.

Sanatın popülerleşmesiyle, klasik müzik diğer müzik türleriyle, örneğin cazla, bir bağlantı kurdu. Siz de Bach yorumunuzda cazın alanına girdiniz. Bunun klasik müzik dinleyicilerinin bakışına bir etkisi oldu mu? Daha çok dinleyici kazandınız mı?

GP: Klasik müziğin yerine cazı koymak çok zor. İki müzik türünde de kültür ve ifade biçimi arasında bir ahenge ulaşmak gerekiyor. Bunu yapan çok az sanatçı var ve Jacques Loussier bunlardan biri. Klasik caz aracılığıyla özgürleşip zenginleşirken, cazda klasik müzik geleneğinin derinliğini keşfediyor. Merak büyüyor ve önemli olan da bu. Klasik ve caz dinleyicileri arasındaki mesafe azalıyor ve her iki müzik türü de kalitelerini yitirmeden bir potada eriyor. Bu sürdürmek istediğimiz bir şey.

Jacques Loussier Trio ile kaydettiğiniz Take Bach CD’si Bach’ın iki ve üç piyano için konçertolarının caz stilinde yorumlarını içeriyor. Bach’ın müziğinin diğer müzik türlerinde varyason, doğaçlama ve uyarlama açısından daha elverişli olduğunu söyleyebilir misiniz?

SP: Çocukluğumuzda itibaren Bach’la hep içli dışlı olmuştuk. Zamansız yapılar kuran, matematiksel şeffaflığı sayesinde, eserleri kolaylıkla dönüştürülebilen bir besteci. Caz müzisyenleri arasında çok popüler olmasının nedeni de, eserlerindeki “swing” müziğinin caza çok yatkın olmasından ileri geliyor. Bach eserlerinin mimarisinin yeniden düzenlenmesiyle cazdaki “swing”i yakalamaları mümkün oluyor. Bu Bach’ın müziğini yabancılaştırmıyor, aksine müzik yeni bir boyut ve şeffaflık kazanıp müzisyen açısından yeni doğaçlama yollarının kapılarını açıyor.

Son yıllarda konserlerinizin sayısını azaltmanıza rağmen hâlâ kariyerinizin doruğundasınız. Tepede kalmanın çok zor olduğunu biliyoruz, bunu basıl başarıyorsunuz?

GP: Bunu bilinçli olarak yaptık. Bitmek bilmeyen konser rutininde kaybolmak bir sanatçıyı tüketebilir. Tanıdığımız çok önemli bazı sanatçılarda gördük bunu. Önemli olan sınırlarınızı zorlarken nerede duracağınızı bilmek. Bu sizi içsel bir dengeyi bulmaya götürüyor. Mevcut durum bizim için çok ideal: Daha az ama kaliteli performans gerçekleştirerek, dünyanın prestijli orkestra ve konser salonları ile serilerinde çalıyoruz. Daha iyi bir kalite elde etmek için, her çalışma daha titiz olmayı ve yenilikçi, olağanüstü bir yorum ile kaliteyi yükseltmeyi gerektiriyor.,

Çoğu insan sizi bir bütün olarak görüyor ama siz özellikle bundan kaçınıyorsunuz. Bir kişilik savaşınız oldu mu, bunu ne zaman kazandınız?

GP: Bu savaşı kazanmazsınız ve kazanmamanız da gerekir. Sadece karşınızdakini kazanarak ilerleyebilirsiniz, yenerek değil. Önemli olan yüksekte bir ip üzerinde yürürken dengeyi bulmak.

Üniversite yıllarınızda dünya meseleleriyle yakından ilgilendiniz ve bir hayli politik oldunuz. Bu yüzden müziği, üniversite ile paralel olarak mı yürüttünüz? Dünyanın bugünkü durumunu nasıl görüyorsunuz? Çözüm için bir şey yapıyor musunuz? Günümüzde de politik bir tavrınız var mı?

SP: 68 kuşağı üniversitelilerinin başlattığı ve dayatılan hukuki ve bireysel özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı 70’li yıllarda da devam eden yürüyüşler, üniversite yıllarımızda bizi çok etkiledi. Bu iki yıl paralel olarak, Frankfurt Müzik Yüksek Okulu’ndaki ana dalımız ve Goethe Üniversitesi’nde psikoloji ve felsefe çalışmalarımız sürerken, toplumsal projelere de yer ayırdık. Bu bize müzikten başka bir dünya daha olduğunu gösterdi ve gerçek dünyanın kapılarını aralayarak müziğimizi beklentilerimizin ötesinde bir yolculuğa çıkardı.

Sizce müzik yoluyla bir şey değiştirmek mümkün mü?

GP: Giderek sıradanlaşan dünyanın manevi açıdan daha fazla zenginleşmeye ihtiyacı var. Müziğin, insanları buluşturmak ve üzüntü ile yalnızlığı coşkuya dönüştürmek gibi olumlu etkileri var. Etrafa baktığımızda herkes her yerde müzik dinliyor. Önemli olan ruhumuzu fetheden müziği bulup onu paylaşmak. Bu da eğitim ve farkındalıkla mümkün. Müzik bizi daha hoşgörülü ve şeffaf düşünmeye sevk ederken ruh ve zihni birleştirici gücüyle yeni vizyonlar yaratmamızı da sağlıyor. Sanatın her alanıyla aktif bir şekilde ilgilenenler bu yüzden daha yaratıcı ve verimli oluyor.

Size göre Türkiye ve dünyanın en büyük sorunları neler? Bu sorunlar nasıl çözülebilir?

SP: Bize göre artık kaybetmekte olduğumuz bireysel ve toplumsal değerleri tekrar kazanmamız gerekiyor. Demokrasiyi içselleştirip küresel çapta hukukun üstünlüğünü sağlayarak yeni bir etik anlayış ve sosyal yapılanmaya ulaşmamız gerekiyor hızla. Ayrıca teknolojik ve bilimsel gelişmeleri ileri seviyeye taşırken ekolojik değerlere de saygılı olacak bir kuşak için modern ve bilinçli bir eğitim sisteminin gerekliliğine inanıyoruz. Türkiye’de de gerçek anlamda demokrasiyi oturtmak için hukuk sisteminin şeffaf ve doğru adımlarla dünya standartlarına getirilmesi gerekiyor. Bunun yokluğu, toplumumuzda büyük bir adaletsizliğin ortaya çıkmasına neden oluyor; bunları yaşadık ve hâlâ yaşıyoruz.

Eğitiminiz boyunca efsane isimlerle çalıştınız ve şimdi Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler projenizle mesleki deneyiminizi genç yeteneklerle paylaşıyorsunuz. Şu ana kadar Türkiye’de hangi hedeflere ulaştınız ve bu projede geleceğe dönük hedefleriniz neler?

GP: Bildiğiniz gibi, 2010 yılında başlattığımız Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler projesinin amacı üstün yetenekli gençlerin Avrupa’da alanının en iyisi eğitmenlerle çalışması, dünya sahnelerine ulaşmalarının mümkün kılınması ve uluslararası yarışmalara katılarak başarılarına katkıda bulunmaktı. 2013’ün ilk yarısına kadar Onduline Avrasya, ondan sonra da TÜPRAŞ’ın sponsorluğunu üstlendiği bu eğitim sistemimizde müzisyenlerimiz Viyana, Paris, New York, Berlin, Münih, Leipzig, Köln, Zürih ve Brüksel’de eğitimlerini sürdürüyor. Bugün bu programa katılmak için Avrupalı genç müzisyenler de başvuruyor. Ama biz Türkiye’den yapılan başvurulara öncelik veriyoruz.

Sistemlerimizden yetişen müzisyenler ve diğer gelişmeler hakkında daha ayrıntılı biligiyi, www.pekinel.com sitesinden “Vakıflar” başlığı altında bulabilirsiniz.

Genç müzisyenler için yürüttüğünüz bu çalışmaya büyük övgü aldınız. Neden genç müzisyenlerin desteklenmesinin önemli olduğunu düşünüyorsunuz?

GP: Almanya ve ABD’de çalışırken önemli müzisyenlerin yanı sıra menajerler ve plak firmalarından da destek gördük. Herbert von Karajan, Zubin Mehta ve Sir Colin Davis gibi saygın şeflerin yönlendirmesi müzik hayatımızı büyük ölçüde etkiledi. O dönem bize sunulan fırsatları düşünerek deneyimlerimizi, farklı eğitim sistemleri vasıtasıyla üstün yetenekli gençleri bulmak ve dünya çapında sanatçılar olacak şekilde eğitmek için kullanıyoruz. Onlar, müziğin geleceğini şekillendirecek ve Türkiye’nin uluslararası platformda var olmasını sağlayacaklar. Bir müzisyen ve sanatçı olmak büyük bir sorumluluk ve toplumsal yaşamı zenginleştirmek için her alanda donanımlı olmaları gerekiyor. Bu donanımı sağlamak için zamanımızı, tüm bağlantılarımızı ve ilişkilerimizi kullanıyoruz. Onları tanınmış eğitmenler ve okullara yönlendirmenin yanı sıra en iyi enstrümanlarla çalmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Genç müzisyenlerin programa devam edebilmek için her yıl uluslararası bir yarışmaya katılarak kendilerini kanıtlamaları gerekiyor. Bu platformlarda isimlerini duyurarak gelecekte beklemedikleri fırsatlarla karşılaşmalarına olanak sağlıyoruz.

TEVİTÖL’de bir müzik bölümü kurdunuz. Buradaki amacınız neydi ve olaylar nasıl gelişti?

GP: İngilizce dilinde yatılı eğitim veren TEVİTÖL, Türkiye’nin dört bir yanından, %85’i sınırlı maddi imkânlara sahip üstün yetenkli çocuklara tam burslu eğitim veriyor. Müzik eğitiminin genel eğitimin önemli bir parçası olduğuna inandığımız için, öğrencilerin düzenli çalışma alışkanlıkları geliştirmelerini sağlarken, sadece müzik teknikleri değil, evrensel bir müzik kültürüyle tanıştırarak bireysel yaratıclıklarına da olanak sağlamaktı.

Kadromuzun tamamı konservatuvar mezunu olan ve çocuklara bir konservatuvar çalışmasına eşdeğer bir eğitim verecek kişilerden oluşmaktadır. Seviyeyi adım adım yukarı taşımak için müzik ve sanat otoritelerini Gebze’ye davet ettik. Böylece öğrenciler bu yetkin kişilerle sohbet edip ufuklarını genişletirken, genel sanat, dünya tarihi ve modern müzik konusundaki bilgilerini de artırdılar. Örneğin, Prof. Filiz Âli’yi dikkatle dinleyen öğrencilerimiz, ayrıca Evin İlyasoğlu, sonrasında da Zeynep Oral’la tanışma ve onları dinleme fırsatını elde ettiler. Bu tür etkinlikler sonucu öğrencilerimizden beklentilerimizin ötesinde olumlu tepkiler alıyoruz.

TEVİTÖL Müzik Bölümünü finansal olarak da destekliyor musunuz?

SP: Bu bölümün bir vakıf kurumu olan okula yük olmaması için, sistemimizin okul yönetimine entegre ve ücretsiz olması bizim için çok önemliydi. Koç Grubu’nun eğitime kararlılıkla sağladığı desteğin, okulun müzik bölümüne hem maddi hem de manevi anlamda büyük katkı sağladığını da belirtmeliyiz.

Bir dönem “harika çocuk” olup burs kazanmanızın TEVİTÖL’e verdiğiniz destekte etkisi oldu mu?

GP: Biz Türkiye’den hiçbir burs almadık. İlkokul eğitimimizi Ankara ve İstanbul’da gördük ve ortaöğrenimimizin iki yılını yatılı olarak Notre Dame de Sion’da gerçekleştirdik. O sırada konservatuvardan Ferdi Statzer ve Ankara’da Mithat Fenmen’le çalıştık. Sonrasında Paris ve Frankfurt’a gittik. Frankfurt’ta, TEVİTÖL gibi üstün nitelikli çocuklara eğitim veren bir okul olan Odenwaldschule’deyken, bir piyano yarışmasında solist olarak birincilik kazanmamız ve birinciliği paylaşmamız üzerine ve bunu izleyen yıllarda önemli başka birincilik ödülleri almamız sonucu,Alman devleti bize, ABD’de eğitim almak üzere burs verdi ve Fransa ile ABD’deki okullardan da tam bursla destek aldık. Bu nedenle doğru yerde doğru desteğin önemini biliyoruz. Böyle şeyleri tüm kalbimizle destekliyoruz ki, Türkiye dünya müzik sahnelerinde görülebilsin ve bu alanda bir geleceği olsun.

Sisteminizden yetişen öğrenciler hangi üniversitelerde okuyor?

Mezun olan öğrencilermizin, ABD’de eğitim görmesi için müzikteki başarıları da onlara ayrı bir katkı sağlıyor ve burs kazandırıyor. Önceden mezun olan ve dünyanın dört bir yanındaki Harvard, Oxford, Columbia, Stanford, Cambridge gibi önemli üniversitelerde okuyan bu gençlerimiz, okulun müzik hayatında ve orkestralarında da yer alıyor ve tam burslu olarak kabul ediliyorlar. Bu, onların ayrıca, üniversite yaşamlarına da kolayca entegre olmalarını sağlıyor. Biz onlara her türlü yardımı vermeye çalışıyoruz.