Take Bach Üzerine Düşünceler

Güher Pekinel

Bu albümü dinleyenler kendilerine bir piyano ikilisinin neden Bach ve cazla ilgilendiğini sorabilir. Bu noktaya uzun bir gelişim aşamasının sonucunda vardık.

Çocukluğumuzdan itibaren Johann Sebastian Bach bize hakiki ve çok boyutlu bir felsefeyi yansıtan bir ayna görevi gördü. Şeffaflığı, sıradışı olana dair bitmeyen bir arayışı ve bunun doğrudan ahenkte formülünü bulduğunu sadece Bach’ta gördük.

Bach’ın büyüklüğü, onun sınır tanımaz tespit algısı ve aynı anda hem geçmiş, hem şimdi, hem de gelecekte olma arzusunda yatar.

Bach’ın çok boyutlu matematiği bizi her zaman büyülemiştir. Hakiki labirentlerde pek çok melodik düzenleme kendini bulurken, müzikal ifade 16’lık ve 32’lik üçlü notalardan oluşan karşı dinamiklerin bir sonucu olarak ritmik bir süreç yaratır. Bu mimariyi yeniden düzenleyerek cazdaki temel “swing”i yakalamak böylece mümkün olur.

Peki, bu Bach’ın müziğinin yabancılaştırılması mıdır? Hayır, tam tersi. Bu dönüşümle müzik yeni bir boyut ve saydamlık kazanıyor. Emprovizasyon aracılığıyla karşımıza yeni yorumlama olanakları çıkıyor. Matematiksel yapılar ve onların ikamelerinin çözülmesiyle swing, altyapıya hâkim oluyor ve her şeyi hafifletiyor. Ama bu “hafiflik”, “kolaylık” olarak algılanmamalı. Aksine, cazın da katkısıyla müzik yeni ve yaratıcı açıdan farklı bir boyut kazanıyor. Tüm bunlar Bach’ın o zamansız büyüklüğünün birer kanıtı.

Bu bağlamda, Jacques Loussier ile çalışmak Bach’a yeni bir gözle bakmamızı sağladı. Katkısından dolayı ona müteşekkiriz. Loussier’yi ilk dinlediğimizde, emprovizasyon ve kompozisyon arasında duran yeni bir formla caz esaslı özgün bir “stil” keşfettiğini hayretle gördük.

Bizim gibi, sıradışı piyanist Glenn Gould’un yorumlarını dinleyerek büyüyen, yeni eğilimlere açık bir piyanistler kuşağı için bu stil, yepyeni ve farklı bir keşif oldu. Ardından Bill Evans ve George Shearing’i keşfettik, caz piyanosunun bu “şairleri”ni deneyimleme fırsatımız oldu. Shearing, Evans ve Loussier kendi üsluplarını cazda bulmuşlardı. Hepsi de klasik bir eğitimden geçmiş, Bach’ın yanı sıra Brahms, Schuman, Debussy, Ravel, Satie ve Milhaud’nun armonilerini çalışmış ve bunları mükemmel bir şekilde birleştirerek yepyeni yorumlara ulaşmışlardı.

Béla Bartók Contrasts Trio’yu Benny Goodman için yazmış, Stravinsky yıllarca gecelerini caz kulüplerinde geçirmiş ve kendini Woody Hermann Orchestra Ebony Concerto’yu yazmaya adamıştı. Bu gelişim Penderecki ve Boulez’le günümüze kadar sürdü.

Tüm bunlardan New Orleans’ta doğan cazın zaman içinde Avrupa’da yeni bir yorum kazandığını anlıyoruz: Klasik unsurlar günümüzünkilerle birleşmişti. Bunu birkaç yıl önce dünyanın dört bir yanından öğrenciler Juilliard’da günlerine Chopin etütleri veya Bach fügleri yerine caz emprovizasyonları ile başladığında da görmüştük.

Bugün her tür müzik kendi çapında yoğun bir küreselleşme dalgasını yaşıyor: birbirlerinin karşısında yer alıyor veya birbirine dokunuyor, otomatik olarak çözülüyor veya birbirleriyle bağlantılı olarak “yeni bir yaşam” oluşturuyorlar. Bunu en iyi modern müzikte görebiliriz. Radikal ilkeler korunur ve sınırlar zorlanırken, ortaya yeni bir stil örüntüsü çıkıyor ve bunun sonucunda temel kavramlar itibariyle caza yakınlaşılıyor.

Fusion ve dünya müziği yeni bir çağın başlangıcındalar. Bu yeni çağda, caz da yeni ortaklıklar ve birlikteliklerin peşinde olacak.