HÜRRİYET KEYİF RÖPORTAJI

RENKLERİ GÖRMEK, SESLERİ DUYMAK
İlknur Atbaş 12.10.2014

Güher ve Süher Pekinel’in yeni konser DVD’si ‘Zubin Mehta, Güher&Süher Pekinel In Concert’ raflardaki yerini aldı. Teması Renkleri Duymak, Sesleri Görmek’. Ressam Wassily Kandinsky’nin her notaya bir renk tanımlayarak oluşturduğu Blauer Reiter akımından esinlenen yapıtların seslendirildiği bu renkler senfonisini Pekinel kardeşlerle konuştuk.

Ne demek ‘Renkleri Duymak, Sesleri Görmek’? Sizleri bu başlık üzerine düşünmeye ve üretmeye iten ne oldu?
– Tarihin ilk çağlarından beri insanlar müzikle renkler arasında bir ilişkinin varlığına inanmışlardır. 1922 yılında ressam Wassily Kandinsky, nesnellik dışında çalışabilmesini sağlayacak bir sinestezi formu geliştirdi. Kandinsky’nin amacı, renkleri duymak ve sesleri görmekti. Bu amaç doğrultusunda da “renk sesleri”nden “renk senfonileri” oluşturdu ve her notaya bir renk tanımlayıp, resim ve ses arasında bir sinestezi geliştirerek bir akıma öncülük etti. Bizleri bu başlık altında düşünmeye iten, klasik müziğin dışında gelenekle modernliği yeni kalıplarla sentezlemeyi amaç edinen, farklı türden iletişim gösteren iki sanatçı olmamız. Temelde bizler vaktimizi çoğunlukla yeni akımlarla sentezlenmiş projelerle derlenen çalışmalarımıza harcıyoruz ki, yeni yetişen genç nesil klasik müziği farklı tatlarla özümseyerek kendi hayatının bir parçası haline getirebilsin. Desteklediğimiz müzisyenlerimizin de yavaş yavaş bu akımın etkilerini gösterdiğini gözlemlemekteyiz.

DVD’de yer alan eserleri yorumlarken renkler ve sesler arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
– Ses ve renklerin algılanmasında nörolojik bir ortak payda bulunuyor. Fakat çoğumuz bu ilişkiyi yaşamımız boyunca fark etmiyoruz bile. Bazılarımızsa, bizler gibi resim sanatına olan ilginin de etkisiyle, bunu oldukça belirgin biçimde hissediyor ve renklerin tonlarını seslere farklı vurgular vererek aktarıyor. Her rengin yansıttığı duygu nasıl aynı değilse, notayla hayat bulması da bir o kadar farklı. Gördüğümüz renkler birbirine çok yakın olsa bile, tonları farklı algıladığımız ve özümsediğimiz için yarattığımız sinerjinin sanatımıza yansıması dinleyicilerde değişik bir tat yaratıyor.

Münich’te yaşadığınız dönemde boş vakitlerinizi resim yaparak değerlendiriyormuşsunuz. Resim sanatına olan ilginizin Ressam Kandinsky’nin öncüsü olduğu Blauer Reiter akımından esinlenmenize ne kadar etkisi oldu?
– Evet, Münich’te yaşadığımız dönem resim sanatını yakından takip ediyor, vaktimizi resim de yaparak değerlendiriyorduk. Bu dönemi Kandinsky ile ilişkilendirilen soyut dışavurumculuğun etkisi altında geçirdik. Özellikle lise yıllarımızda Kandinsky’nin ‘Sanatta Spritüellik Üzerine’ (1911) ve ‘Nokta Çizgi Yüzey’ (1926) adlı iki önemli yazısından etkilendik. Aynı dönemde de buradaki sergileri gezerek Sanat Akademisi ile, Blauer Reiter Koleksiyonu’nu içeren Lenbachhaus Müzesi’nde verilen değişik seminerlere ve etkinliklere katıldık. Bu faaliyetlerimiz hem müzikal hem görsel anlamda hayal gücümüzün yetilerini yenilememize ve güçlendirmemize yardımcı oldu. Sanatın değişik alanlarına ilgimiz ve müzikal birikimimiz sayesinde, renkler ve sesler arasındaki bağlantıyı kendi konseptimiz içinde yakalayabildik. Bartok’a duyduğumuz ilginin de etkisiyle, onun ‘İki Piyano ve Perküsyon için Sonat’ adlı eserinin Teldec/Warner için yaptığımız kaydını işte bu dönemde, 1987 yılında gerçekleştirdik. Aynı şekilde, ‘Sonat’ ve ‘Zıtlıkların Armonisi’ adlı resimlerimiz de bu zaman dilimi içerisinde oluştu.

‘AMACIMIZ TÜRKİYE’Yİ DÜNYAYA TANITMAK’

‘İki Piyano ve Perküsyon için Sonat’, Bela Bartok’un 1936 yılında Adnan Saygun ile birlikte Türkiye’de yaptığı geziden izler taşıyan bir beste. Türkiye’de pek bilinmez… Sizin eseri repertuvara katmanız bilinçli bir seçim miydi?
– Evet. Bela Bartok 1936 yılında Adnan Saygun ile birlikte atlı bir arabayla Anadolu’nun köylerini gezmişti. Bu sırada topladığı 64 türkü ve şarkıyı kendi çalışmalarında kullanmış, ‘İki Piyano ve Perküsyon için Sonat’ ise yarattığı en tanınmış eserlerden biri haline gelmiştir. Parçayı repertuvarımıza katmamız bilinçli bir seçimdi. Çünkü DVD’mizin satışı dünya çapında yapılacak ve uluslararası pazarlara sunulacak. Bizim amaçlarımızdan biri de her daim Türkiye’nin adının tüm platformlarda anılmasını sağlayabilmek ve Türkiye’yi dünyaya tanıtabilmek olmuştur. Bunu da DVD kitapçığında şahsen yazdığımız bir analiz içinde detaylı olarak işliyoruz.

Birlikte çalarken yakaladığınız uyumu göz önüne alırsak, siz de müzik yaparken aynı renkleri duyup, aynı sesleri görebiliyor musunuz?
– Birlikte yakaladığımız uyumun ayrıcalığı, ikiz olmamızın dışında, yaşam felsefemizin ortak paydasının müzik ve sanat olmasından kaynaklanıyor. Ana renkler aynı olmasına karşın, bizi bireysel olarak yansıtan renk tonunun farklı olduğuna inanıyoruz. Bu sebeple, hiçbir zaman birbirimizi dinlemedik ve aynı parçaları çalmadık ki herhangi bir etki altında kalmayalım. Sanırım, müziğimize yansımasından anlaşılacağı gibi, her ikimiz de ana renkleri farklı algılasak bile, birbirine çok yakın tonları yakaladığımızdan olsa gerek, zamanla bütünlüğün armonisi sahne performanslarımızda kendine öz bir akış içine giriyor.

TÜRKİYE’DE ÇALIŞMALARIMIZ HAK ETTİĞİ DEĞERİ GÖRDÜ

Çalışmalarımızın Türkiye’de de artık hak ettiği değeri bulduğuna gönülden inanıyoruz. 2013 yılında İKSV’nin Onur Ödülü’nü almamız, ülkemizde anlaşılmış olmanın sevincini ve gururunu yaşattı bizlere. En büyük arzumuz ve hedefimiz ise, 20 yıl önce iptal edilen ‘üstün yetenekler yasası’nın tekrar yürürlüğe girmesiyle, müzisyenlerimizin dünya isimleriyle birlikte anılmasını mümkün kılacak desteği Türkiye Cumhuriyeti devletinin vermesini sağlamaktır.