Pizzicato Röportajı

GÜÇLÜ ELLER – PEKİNEL İKİLİSİ

04/12/2018

Güher ve Süher Pekinel  kardeşler bugün klasik müzik dünyasının zirvesindeler. Herbert von Karajan, ikizleri 1984 yılında keşfedip, Salzburg Festivali’ne davet etti. O zamandan beri piyano çalışları, virtüözitedeki ustalıkları ve bireysel ifadeleri aracılığıyla standartları belirlediler. Remy Franck onlarla Paris’te konuştu.

İkiz olan piyanistlerin bir piyano ikilisi meydana getirmesi, ikiz olmayan piyanistlere göre daha mı kolay?

Süher P.: Aynı anda hem daha kolay, hem de daha zor! Daha kolay, çünkü en başından beri ortak bir düşünme ve hissetme biçimi var. Fakat elbette bu ortak hissiyata rağmen en az diğer ikililer kadar çalışmayı da gerektiriyor. Daha zor, çünkü diğer ikililer birlikte olmak için savaşıyor, oysa ikizler olarak her zaman önce kendi düşüncelerimizi, sonra da ortak noktalarımızı koyuyoruz. Zıtlıklar olmadan uyumun asla gelişemeyeceğine inanıyoruz.

Peki zıtlıklardan bahsederken, tam olarak hangi noktalarda farklılaştığınızı söylüyorsunuz?

S.P.: Karakterlerimiz birbirinden farklı ve bir işe yaklaşım tarzımız da en başından itibaren değişik. Ben daha gerçekçiyim. Analize yapıdan başlıyorum ve böylece önce mekanı yapısal olarak kurup sonra renkleri ekliyorum, Güher ise önce renkleri yapıya göre yerine oturtuyor, sonra yapıyı sağlamlaştırıyor.

Güher P.: Ayrıca ikimizin tonu da farklı. Bu iyi bir şey. Çünkü müzik, ilgili piyanistin renklerinden ve tonlarından meydana geliyor. Zaten müziğin bu özellikleri, bizim artık yüz yüze değil de, sırt sırta vererek çalmamıza sebep oldu. Çünkü ancak bu sayede, renk skalamızı geliştirebiliyoruz. İki kuyruklu piyano birbirine kenetlendiğinde, yalnızca bir kuyruklu piyano açık ve diğeri kapalıdır, dolayısıyla ikinci kuyruklu piyanodan gelen sesin %65’i kaybolur. Bizim artık birbirimizi görmeye ihtiyacımız yok, zaten kendimizi çok daha güçlü hissediyor ve akışa odaklanıyoruz. Gözümüz, aynı zamanda kulağımız oluyor.

Pekinel Duo & Shanghai Symphony Orchestra

S.P.: Müzikal yolculuğumuzda bizim için önemli olan iki şey var. Birincisi, yıllar geçtikçe daha derin ve daha uzun süre tutmak istediğimiz nefesimiz ve en az nefesimiz kadar önemli olan ikincisi ise, aldığımız risktir. Ne kadar kontrollü olursak, o kadar özgürleşmek isteriz ve ancak özgürlikte ya da tam kontrollü olduğumuzda özgürlüğün tadını çıkarabilir, ayrıca riski de azami ölçüde ayarlayabiliriz.

Yorumlarınızda dış faktörler de mutlaka sizi etkiliyordur. Peki, bir gün içinde ikiniz de farklı deneyimler yaşadığınızda ve farklı ruh hallerinde bir konsere geldiğinizde bunu nasıl bağdaştırıyorsunuz?

G.P.: Bir gün içinde yaşadığımız her şey önemlidir tabi, ama sahneye çıktığımız an bizim için müziğin kendisinden daha önemli bir şey yoktur ve bu çocukluğumuzdan beri böyle. Kendi öz benliğimizi bulmaya sevk eden, içimizdeki müziktir. Merkezimizi bulamazsak, birlikte müzik yapamayız. Konser günü hiç dışarı çıkmayız ve sabahtan akşama kadar tamamen odaklanmış kalarak, bir ritüel içinde hep aynı saatlerde prova yapar ve sonra odalarımıza çekilerek meditasyon yaparız.

Bir yorumda aşılmaz farklılıklar olmadı mı hiç?

S.P.: Oldu tabi! Stravinsky’nin Sacre du Printemps’ini tam anlamıyla anlaşamadığımız için bir süreliğine programdan çıkarmak zorunda kaldık. Sonrasında çok çalışarak orta yolu bulmayı başardık. Bu normal bir süreç, kabul etmek zorundasınız ki, hiçbir şeyi zorlayamazsınız.

Her zaman için sadece kendi bölümünüzü mü çalıyorsunuz, yoksa iksini birden mi?

S.P.: İkimiz de her iki bölümü çalışırız. Diğer ikililerde dikkatimi çeken, sürekli aynı formda çaldıkları için büyük nefesi geliştirmekte zorlanmaları. Biz bölümlerimizi değiştirerek çalıştığımız için, parça da taze kalır ve devamlı yeni yönler keşfederiz. Turneden 3 hafta önce, ilk ve ikinci bölümü kimin çalacağına karar veririz ve turne boyunca da bu düzeni değiştirmeyiz. Bir keresinde turne sırasında parçayı aramızda değiştirdiğimizde bu bize çok sorun çıkardı.

Bazen ikizlerde, aynı şekilde tek yumurta ikizlerinde de baskın bir karakter olduğu söylenir. Sizde de durum böyle mi?

S.P.: Ben daha çok konuşanım, ama baskın olan değilim!

G.P.: Bence bu aramızdaki zamanlama meselesine bağlı. Bazen bir süreliğine işler kardeşimin kontrolünde gelişirken, birdenbire bakıyoruz ki, kararları bu sefer ben veriyorum. Tamamen sezgisel ve o anki enerjimize bağlı!

Her zaman birlikte mi çaldınız peki?

S.P.: 6 yaşında, konservatuara girdik ve o zamanki Avusturyalı hocamız tarafından bireysel olarak çalıştırıldık. Ama 9 yaşında istek üzerine orkestra ile ilk konserimizi verdik. Sonrasında, her birimiz kendi ifadesini yaratmak istediğinden, ayrıldık. Bu kararın alınmasında öğretmenlerimiz ve ailemiz çok yardımcı oldu. Çocukluğumuzdan beri hep birlikte çalsaydık nasıl olurdu bir düşünün: o zaman artık birbirimize verecek hiçbir şeyimiz kalmazdı. Çalışmalarımızı solo olarak sürdürdük ve birlikte çalıştığımız Serkin ile Arrau da bizimle özellikle solo olarak çalışmaktan yanaydı. Serkin bir keresinde, “Bir ikili olmak için doğmuşsunuz ve nasılsa bir gün bunu yapacaksınız, ben sizinle sadece solo çalışmak istiyorum!”, demişti. Ve böylece  başta, solist olarak katıldığımız yarışmaları kazandık. Mesela, bireysel olarak girdiğimiz Almanya’daki ulusal yarışmada ikimiz de birinci olduk ve ödülü de paylaşmak durumunda kaldık. Bir keresinde de, birincilik ödülü kazandım ve ertesi yıl aynı yarışmaya kardeşim de katıldı. O da birincilik ödülünü kazandı, ancak zorluklarla! Çünkü jüri üyeleri, onun ben olduğumu düşünüp, iki ayrı kişi olduğumuza inanmamışlardı. İspat için kimliğini jüriye önünde göstermek zorunda kaldı.

G.P.: Mesela aynı parçaları da hiç çalmadık!

S.P.: Ve birbirimizi hiç dinlemedik, çünkü birbirimzden etkilenmek istemedik. Bu, bireyselliğimizi ve bireysel sesimizi geliştirmemizi ve pekiştirmemizi sağladı. Juilliard’da masterımızı yaptıktan sonra öğretmenimiz Adele Marcus bize neden bazen birlikte çalmadığımızı sordu: “Denizde ne kadar kum varsa, o kadar piyanist var, ama gerçek ikili yok”, diyordu. O zamanlar Colorado’da piyano ikilileri için bir yarışma olduğundan, duyunca hemen katıldık ve birincilik ödülünü kazandık. Sonrasında pek çok yarışmayı daha kazandık ve bunun bizim için doğru yol olduğunu gördük. Müzikal yolculuğun nihayetinde nereye varacağını belirleyen iç bir saat olduğunu söylesek yanlış olmaz. İkili olarak çalmayı zorlamadık, tam aksine, zamanı gelince birlikte çalacağımızı biliyorduk.

Pekinel İkilisi & London Philharmonic

Bu, ailenizde ikili olarak çalmanın teşvik edilmediği anlamına mı geliyor?

S.P.: Ne istediğimizi oldukça erken yaşlardan itibaren biliyorduk ve bu, büyük bir kariyer yapmak değildi. Gerçek bir kariyerimiz olacağını hiç düşünmemiştik ama müzisyen olmak istediğimizi biliyorduk. Ancak müziğin yanı sıra, farklı alanları da keşfetmek istiyorduk.

Az önce müzikteki renklerin sizin için çok önemli olduğunu söylediniz. Renkleri nasıl üretiyorsunuz?

G.P.: Birkaç yıl önce, hala çok yoğun bir şekilde konserler verirken, kendimiz için zaman ayırmanın yaratıcı enerjimiz için çok önemli olduğunu hissettik. Bu açıdan kültürün her yönüyle, başta büyük ressamlar olmak üzere, ilgilenmek için zaman yarattık. Bir tablonun renkleriyle uğraşmak, bizi rahatlatan ve kendimize döndüren, bizi yeniden mutlu eden bir deneyimdi. Bence ikimiz için de, üç unsur her zaman çok önemli olmuştur: zamanlama, nefes ve renkler! Bunlar birbirinden ayıramayacağınız unsurlar. Eskiden, Ormandy ile Philadelphia Orkestrası ya da Münih, Celibidache ile Münih Filarmoni Orkestrası gibi büyük orkestraların ve büyük şeflerin provalarına giderdik. Orkestrayı nasıl yönettikleri, farklı eserlerin müzikal içeriğini nasıl oluşturdukaları, zamanlamayı ve nefesi kullanım biçimlerini gözlemlemek, bizim için çok önemliydi ve müzikal açıdan yeni boyutlar kazandırdı.

İsimleriniz de zaten çok fazla renk barındırıyor. Tam olarak ne anlama geliyorlar?

S.P.: Benim adım “akan su” anlamına geliyor ve biz de hep müzikte akışı aradık, ki bu son anımıza kadar da böyle devam edecek. Güher ise “pek çok rengi barındıran nadide mücevher” demektir, ki Güher de çalışmalarımız boyunca müzikte renk skalasına çok önem verir. Soyadımız ise güçlü demek olan ‘Pekin’, el ile birleştiğinde “güçlü el” anlamına geliyor!