Bartók ve Resim

Renkleri duymak. Sesleri görmek

Güher ve Süher Pekinel

20. yüzyılın başlarında müziğin tonal yapısı ya da Stravinsky’nin deyişiyle majör ve minör gamların tiranlığı çarpıcı bir biçimde değişti. Serialismin gelişmesi ve on iki notalık tekniğin kullanılması yepyeni bir dönemin başlangıcı oldu. O dönemde, Alman geleneğine sıkı sıkıya bağlı bir müzik etnoloğu olan Béla Bartók kendi sentezini geliştirdi: folk müzik, klasisizm ve modernizm unsurlarını bir araya getiren bir bestecilik üslubuydu bu. Ritim ve melodi açısından asimetrik kromatik armonileri birleştirerek yarattığı komplike müzik dili kendini bestecinin 1940’ta yazdığı İki Piyano, Perküsyon ve Orkestra için Konçerto’da gösterir. Kendi içindeki mantığı, berraklığı ve ifade gücüyle bu eser neredeyse klasik özelliklere sahiptir. Solo enstrümanların farklı perdelerde çalmasından kaynaklanan belirgin bir lineer polifoniyle öne çıkar. Sofistike çoklu ritimler ve vurgunun sistematik bir şekilde kayması, tonal renkte melodiler yaratarak, Stravinsky’de de olduğu gibi, alışılmışın dışında ritimler ve melodiler elde edilmesini sağlar. Bartók’un piyano konçertolarında melodik enstrümanlar olarak perküsyon sürekli kullanılır, bu da müziğin dilini daha da zenginleştirir. Etnomüzikolojinin kurucularından biri olarak Bartók, Zoltán Kodály’yla birlikte farklı kültürlerin folk şarkılarını toplamış ve onların farklılıkları ile benzerliklerini araştırmıştı. Örneğin Türk besteci Adnan Saygun’la 1936’da Anadolu’da kent ve köyleri gezmiş ve daha sonra eserlerinde kullandığı 67 şarkı seçmişti. Paul Hindemith de bugün Osmaniye’de bulunan Bartók Müzesi’nin bir parçası olan bu arşive değerli katkılarda bulunmuştur.

Ressam etnolog Wassily Kandinsky de erken dönem eserlerinde folk öğeleri bir temel olarak ele almıştır. Resimleri soyutlaştıkça nesnel bir şekilde çalışmasına olanak sağlayan bir sinestezi geliştirmişti. Bunu da müziği örnek alarak yapmıştır. Amacı renkleri duyup sesleri görmektir. Bu doğrultuda da sesleri renk senfonileri şeklinde düzenlemiştir. Klee, Mondrian, Miró, Matisse ve Jawlensky gibi diğer sanatçılar da bu kompozisyon tekniğini eserlerine uygulamıştır. Berg, Webern, Reger, Debussy, Rus avangardları ve Fransız dışavurumcuları gibi, Bartók da bu gelişimi ve sinerjiyi büyük bir ilgiyle takip etmişti. Özellikle Mondrian ve Kandinsky’nin resimleri görünürde basit olan desenlerin çok komplike bir yaratım sürecinin sonucu olabileceği düşüncesini teyit ediyordu. Bu konuda yazdıkları, özellikle de Harvard’da yaptığı “Sanatta Devrim ve Evrim” (1943) başlıklı konuşma müzik teorisine dair bu düşünceleri çok anlaşılır bir şekilde sunar.

Kişisel motivasyon

1970 ile 1985 yılları arasında boş zamanlarımızı resim yapmak ve Kandinsky’den esinlenerek soyut dışavurumculuk üzerine çalışmak konusunda karşı konulmaz bir ihtiyaç duymuştuk. Burada özellikle Kandinsky’nin Concerning the Spirituality in Art (1911) ve Point and Line to Plane (1926) adlı iki eseri bize esin kaynağı olmuştu. Münih’te yaşadığımız dönemde sergilere gidiyor ve Sanat Akademisi’nde Lenbachhaus Galeri’deki (Blaue Reiter koleksiyonu) seminerlere katılıyorduk. Böylelikle yaratıcılık konusundaki yetilerimizi her anlamda yenilemek ve güçlendirmek fırsatını bulduk. Bartók ve onun İki Piyano ve Perküsyon için Sonat’ını Teldec/Warner için kaydetmemiz bu döneme denk gelir. The Sonata ve Harmony of Contradictions adlı resimlerimizi de bu dönemde yapmıştık.

İstanbul Müzik Festivali Afişi

Güher ve Süher Pekinel’in yaptığı iki resim İKSV’nin düzenlediği 42. İstanbul Müzik Festivali’nin afişinde bir araya getirildi.