AYŞE ARMAN RÖPORTAJI

Dünyanın en iyi piyano ikilisi Güher-Süher Pekinel, geçtiğimiz günlerde Almanya’nın en yüksek Liyakat Nişanı’yla onurlandırıldı

Tek kelimeyle müthişler!
Dünyanın en iyi piyano virtüözlerinden biri Pekinel Kardeşler. Hatta, belki de en iyisi.

Çok az insana nasip olabilecek bir şey onlarınki… Çünkü deli bir emek, deli bir çalışma, deli bir disiplin, deli bir adanmışlık… Yoksa mümkün değil… Ne dünyanın en iyi okullarında okuyabilirsin ne dünyanın en iyilerinden biri olabilirsin ne de bu kadar sene kendinden ve eserlerinden söz ettirebilirsin…

Hepimizin saygıyla önlerinde eğilmesi gerekiyor… “Başarı”nın çok daha ötesi bir şey bu… Bence ADANMIŞLIK…
Bizim ülkemizden çıktılar diye sevinçten çıldırmamız gerekiyor. Onları, ödüle boğmamız gerekiyor. Ama galiba biz, çok anlamıyoruz bu işlerden. Sesi ve yeteneği Kapıkule’yi bile aşamayan popçuları yere göğe koyamıyoruz da dünyanın her tarafında hayranlık uyandıran klasik müzikçilerimize mesafeli duruyoruz. Bu da bizim ayıbımız. Aslında ne yazık ki seviyemizi gösteriyor.

Bir insanın dünyanın ‘en iyi’si olabilmek için verdiği emeği düşünün… O disiplinli çalışmayı, o geçen yılları, sabrı, konsantrasyonu… O yüzden ADANMIŞLIK diyorum. Önlerinde saygıyla eğiliyorum, avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlıyorum.

Geçtiğimiz günlerde özel bir nişan ile onurlandırıldılar. Almanya’nın dünya çapındaki, kültür sanat alanındaki global diyaloğu geliştiren sanatçılara verdiği bir ödül. Gönül isterdi ki, bu tür ödülleri bizimkiler versin, ama onlar hep başka işlerle meşguller, şu aralar da mesela, kafayı Ay’a taktılar.

Bu arada Pekinel Kardeşler, uzun yıllardır, üç ayrı eğitim projesi yürütüyor. Biri, Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler (DSGM) projesi. Amaç, Türkiye’de klasik müzik alanında, kaybedilen nesillerin telafisini gerçekleştirmek.
Kendilerine başvuran sıra dışı yeteneklerin önemli müzisyen ve müzik pedagoglarıyla eğitimlerini sürdürmelerini sağlıyor, bu gençlere önemli uluslararası yarışmalarda yer alabilmeleri için imkân ve enstrüman temin ediyorlar.
Uluslararası prestijli yarışmalarda Türkiye için 17 birincilik kazanıldı Pekinel Kardeşler sayesinde.
Güher-Süher Pekinel Anadolu Orff Eğitimi projesiyle de Anadolu’da 450 bin çocuğun, anaokuldan başlayarak müzik eğitimi alması sağladılar.

Türkiye’de üstün zekâlı gençlerin eğitim gördüğü Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi’nde 2007’de açtıkları Pekinel Müzik Bölümü’nde eğitim alan öğrencilerse, HarvardColumbiaPrinceton ve Stanford gibi prestijli üniversitelerden mezun oluyor.

Gerçekten olağanüstü işlere imza atıyorlar. Ve inanılmaz alçakgönüllüler. Bu röportaj için teşekkür ederim.

Tebrikler! Çok çok büyük bir alkış ikinize de… Daha yeni, Almanya’nın en yüksek dereceli Liyakat Nişanı’yla onurlandırıldınız. Ne tür duygular içindesiniz?
– Bizim için tarifsiz bir mutluluk ve onur… Emeğin ödüllendirilmesi bu! Adanmışlığımızın uluslararası alanda takdir görmesi… Ve tabii anlaşıldığımızı hissettiren bir şey. Haliyle çok sevindik ve gurur duyduk… Nasıl hak, yerini er geç buluyorsa, kültürlerarası diyaloğu güçlendiren uluslararası çalışmalarımızın ve üniversite yıllarımızdan bu yana, Türkiye’de hayata geçirip yürüttüğümüz müzik eğitim sistemlerimizin fark ve takdir edilmesi, bize umut aşılıyor.

BİZİM MÜZİK TUTKUMUZ HİÇ BİTMEYEN BİR YOLCULUK

Ama müzikal yolculuğumuzda, nasıl büyük zorluklar, bizi yıldırmıyorsa, ödüller de durdurmuyor. Yani biz, “Tamam, şimdi bitti” diyecek noktaya gelmedik ve gelemeyiz. “Mutlak mükemmeliyet” arayışı, içimizdeki enerjinin, sürekli, kendi kendini yenilemesini sağlayan hiç bitmeyen bir yolculuk.

 

BU ÖDÜLLER, NEFESİMİZİN BİR PARÇASI

Söz konusu ödül, Almanya’nın, dünya çapındaki müzik çalışmaları ve global diyaloğu geliştiren katkıları nedeniyle, alanının sıra dışı kişilere verilen “Bundesverdienstkreuz” Ödülü. Hayat boyu aldığınız ödüllerin yanında, sizin için nasıl bir yere sahip?
-Kariyerimiz boyunca aldığımız birincilikler, bizi hep daha ileriye taşıyan ödüller oldu. Layık görüldüğümüz yaşam boyu başarı ödülleri ve madalyalar da doğru yolda olduğumuzun kanıtları. Öyle değerli ki bunlar, nefesimizin bir parçasına dönüşüyor.

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ DE FAHRİ DOKTORA UNVANINI VERDİ

Türkiye’den böyle anlamlı ödüller alıyor musunuz?
-91’de bize, “Devlet Sanatçısı” unvanı takdim edildi. Boğaziçi Üniversitesi de 99’da fahri doktora unvanını verdi. IKSV, 2013’de Onur Ödülü’nü bize takdim etti. Son olarak da Sevda Cenap And Vakfı, Yaşam Boyu Başarı Ödülü Vakıf Onur Madalyası’nı bize verdi.

KENDİMİZİ TÜRK RUHUMUZLA BİRLİKTE HEP DÜNYA VATANDAŞI OLARAK HİSSETTİK

Nereli hissediyorsunuz en çok kendinizi? Ne zaman sizin Almancanızı duysam şaşırıyorum, o kadar iyi ki… Ama size Türk de diyemem, Alman da… Ne bilim, siz her şeysiniz ve her yerlisiniz gibi… Siz de öyle mi hissediyorsunuz: Dünyalı gibi mi?
-Ne kadar güzel ifade ettiniz! Evet, kendimizi Türk ruhumuzla birlikte, hep dünya vatandaşı olarak hissettik. Çünkü müzik dilimiz, dünya müziği. Müzik, insanları tüm sınırların ötesinde, birleştiren evrensel bir dil. Biz de bu lisanı konuşan müzisyenler olarak, kendimizi, zaman ve mekânın ötesinde, her yere ait yolcular olarak da görüyoruz.

KADINLARIN SİYASETTE VE SANATTA HAKKETTİKLERİ ŞEKİLDE SESLERİNİN GÜÇLENMESİNİ, UZUN VADEDE, TÜM DÜNYA DÜZENİNİN DEĞİŞTİRMESİNİ UMUYORUZ

ABD’nin yeni Başkan Yardımcısı Asya kökenli Kamala Harris, verdiği taahhütlerle, kadınların bakış açısıyla yeni bir siyasi arenaya girileceğinin habercisi oldu. Biden’ın kabinesinde de çok ilginç profiller var.

Daha önce erkeklerin egemenlik alanları olan, ekonomi, maliye-merkez bankası yönetimi, istihbarat gibi alanların yöneticileri tamamen kadın politikacılardan oluştu. İletişim ekibinde tümüyle kadınlar yer aldı. Ayrıca 3 Türk kökenli kadın politikacı da kabinesinde yer alıyor.

Sadece ABD değil Avrupa da kadın siyasetçiler etkili oluyor. Örneğin bilindiği gibi, Avrupa Komisyonu Başkanı bir kadın. AB Merkez Bankası Başkanı da bir kadın. AB’de para ve siyasetin yönetiminde kadınlar var. Almanya’yı en kuvvetli konuma getiren, Merkel’in ardından özellikle Avrupa’da başta İzlanda, Danimarka ve Norveç olmak üzere kadın başbakanlar etkili politikalarıyla Covid-19 sürecine de damga vurdular.
Kadınların siyasette ve sanatta hakkettikleri şekilde seslerinin güçlenmesini, uzun vadede, tüm dünya düzeninin değiştirmesini umuyoruz.

DOĞRU EĞİTİM, ADANMIŞLIK, DERİNLİĞE YÖNELME VE DİSİPLİN…

Sanatınızın olmazsa olmazı ne?

– Disiplinli yoğun bir çalışma çok çok önemli. Doğru eğitim, adanmışlık, derinliğe yönelme ve disiplin… Ancak bunların birleşimiyle kendinize has yorumunuzu oluşturabiliyorsunuz… Sadece bizim mesleğimiz için değil, diğer tüm meslekler için de geçerli bu.

 

ANNEMİZ MÜZİĞE AŞIK BİR PİYANİSTTİ

Arkadaki beyin, anneniz miydi? Anneniz piyanist, babanız resme meraklı yanılmıyorsam. Anneniz mi size bu geleceği çizdi?
-Annemiz, bir müzik ve sanat aşığıydı. Müzik, doğal olarak bizim bir parçamızdı. Çünkü kendimizi hatırladığımızdan beri, evimizin her köşesinden müzik yükseliyordu. Annemiz, sihirli dokunuşlarıyla, bizi bu yolda motive etti. Onun büyülü dokunuşların etkisini, hayatımız boyunca hissettik.

Piyanoya ilginiz ne zaman başladı?
– 3-4 yaşlarında. Kendisi bizi, 4 yaşında konservatuvarla tanıştırdı.

MÜZİĞE ADANMAMIŞ BİR HAYAT SÖZ KONUSU BİLE OLAMAZDI

Birinizden biri, “Yok ya! Ben hayatımı müziğe adayamayacağım!” deseydi ne olurdu?
– Müziğe adanmamış bir hayat, bizim için söz konusu bile olmadı! Çünkü hayalimiz, müziğimizin derinliğine inerek, saflığını yaşayarak, hep en iyi şekilde ifade edebilmekti. Bu nedenle, diğer türlüsünü düşünmek bize imkânsız geliyor.

İKİZ OLMAK BİRLİKTE ÇALMAK MAHKUMİYET DEĞİL ÖZGÜRLÜK

Peki sinir değil mi aynı zamanda birbirinize mecbur olmanız?
-Yoooo! Niye ki? Çünkü bu durumda, hiçbir duo, trio, quartet ve orkestra yıllarca beraber üreterek, bugün halen birlikte müzik yapıyor olmazdı.

İyi de atsan atamazsın, satsan satamazsın… Bir ömür mahkumsunuz birbirinize… Bu hem ödül hem ceza gibi değil mi?
-Değil. “Ceza” olarak değerlendirirseniz, kardeşliği, arkadaşlığı, beraberlikleri, evliliği de sorgulamış olmuyor musunuz? Bizim için, mahkûmiyet değil, özgürlük. Ceza değil, ödül. Çünkü farklı görüşlerimiz, birbirini besleyerek gelişirken, bizi de ileriye taşıyor. Kimliğimizi, yeni boyutlarla zenginleştiriyor.

KARDEŞLİĞİ DE AŞAN KENDİNE HAS BİRLİKTELİK… NABIZLARI BİLE UYUMLU ATIYOR

Siz, aynı bütünün iki yarısı gibi hissediyor musunuz?
-Yaşam, duyular döngüsünde, sonsuz ahengi arayış içerisinde bir yolculuk. Bu yolculukta, ikizlik fenomeniyle, birbirimizi, en fazla zorluk çektiğimiz anlarda tamamladığımızı hissediyoruz. Bu duygu, kardeşliği de aşan kendine has bir birliktelik. Peter Cossé de bu birliktelikle ilgili bir yazı yazmıştı hakkımızda, “…birbirlerine mutlak komşulukta doğan, nabızları dahi uyumla atan Pekineller, müziklerinde de bu uyumu stillerinde yakalıyorlar…” demişti. Biz bunu bu kadar güzel şekilde söyleyemezdik.

DÜNYA KARİYERİ YAPMIŞ İKİZ PİYANO İKİLİSİ SADECE BİZ VARIZ

Ömür boyu bu ikiz sorularına maruz kaldınız di mi? Sıkıcı mı?
-Yo değil. İkizlik, enteresan bir fenomen. Anlıyoruz insanların merakını. Üstelik dünya kariyeri yapmış ikiz piyano ikilisi olarak sadece biz varız. Bu nedenle soruları, yer yer şakayla karışık, keyifle yanıtlıyoruz.

TUTKU, YAŞAMIN İKSİRİ

“Tutku” neresinde ve hangi ölçüde eriştiğiniz başarıda? Sadece “disiplinli çalışma” ve “devam etme kararlılığı” bugünkü Güher-Süher büyüklüğüne yeter miydi?
-Sadece yeteneğin yeterli olmaması gibi, disiplin ve kararlılığın da ötesinde, “tutku” yaşamın iksiri. Bir bavula sığdırdığımız hayallerimizin peşinde, ülke ülke müziğe olan tutkumuz sayesinde eğitimimizi tamamladık.
Alya’da da eminiz benzer bir tutku gözlemliyorsunuzdur.

HER ŞEY ANNEMİZİ, PİYANODA TAKLİT ETMEYE ÇALIŞMAMIZLA BAŞLADI

Gelelim hikâyenin başladığı noktaya… Anneniz piyanist, babanız resme meraklı. Her tarafından sanat fışkıran bir ev. Ressam değil de piyanist olmanızın hikayesi nedir?
-Her çocuğun, etkilendiği bazı durumlar, kendiliğinden gelişen, anlar vardır. Annemizi, piyanoda taklit etmeye çalışmak, bizim için belirleyici anlardan biriydi. Öyle ki, bazen mutfaktan dahi, arka taraftaki piyanonun yanlış çalındığını duyar, bizi uyarırdı. İçimizdeki müzik yeteneğini keşfeden hiç kuşkusuz o…

ÇOCUKLUK MU DEDİNİZ? YAZLARI HEYBELİADA’DA PİYANO ÇALAR, DİĞER ZAMANLARDA HAYLAZLIK YAPAR, AĞAÇLARIN TEPESİNDEN İNMEZDİK!

Nasıl bir çocukluktu sizinki? Doya doya yaşayabildiniz mi?
-Konservatuvar, ev ve yazları Heybeliada ekseninde çok keyifli bir çocukluk geçirdik. Aslında bale eğitimi de almak istiyorduk. 5 yaşında konservatuvara girdikten sonra, solfej derslerini sıkıcı bulduğumuz için, baleye kaçardık. Annem, bizi, öğrenciler arasında, bale yaparken bulurdu. Çok komikti halimiz, biz bile gülerdik. Bale tutkumuza rağmen, piyanonun sesleri ve tuşları bizleri içine çekmeye başlamıştı. Yazları Heybeliada’da piyano çalar, diğer zamanlarda haylazlık yapar, ağaçların tepesinden inmezdik…

4 YAŞINDA KONSERVATUAR SINAVINA GİRDİK VE KAZANDIK

İlk konserinizi 6 yaşında vermişsiniz. Allah aşkına, piyano çalmaya kaç yaşınızda başladınız peki?
-Valla, 4 yaşındayken, hocalardan gelen istekle, annemiz bizi konservatuvar sınavlarına götürdü. Sınavı kazanmıştık ancak, o yıllarda konservatuvara girme yaşı 5 olduğu için, öncelikle zamanın konservatuvar müdürü Ferdi Statzer’ın önerisiyle, kendisiyle özel derslerle başladık. Okul konserleri de 6 yaşından itibaren başladı. Bizim için o yıllardaki en önemli konser 9 yaşında, Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’yla, Radyo evinde verdiğimiz konserdi. Canlı yayının, ne demek olduğunu pek kavrayamamış olarak, her zamanki gibi, rahatlıkla sahneye çıkmıştık. Hatırladığımız, taburemizin çok alçak olduğu ve üç sandalyeyi üst üste koymuş olmalarıydı, pedallara zaten erişemiyorduk.

İKİZ OLMAK İNSANI HEM ZORLAYAN HEM DE GÜVENDE HİSSETTİREN BİR DUYGU

Tek yumurta ikizi olmak, çocukken hayatı kolaylaştıran bir şey mi, zorlaştıran bir şey mi?
-Size, her açıdan benzeyen birinin, var olması, insanı hem zorlayan hem de güvende hissettiren bir duygu. Zaman zaman, rolleri değiştirebiliyor, kardeşinize, zor bir anında yardımcı olabiliyorsunuz. Olumsuz yanı ise, birbirinizle karıştırılmanız. Ama yaşanmışlıklar ve hayattaki deneyimlerin de kattıklarıyla, şimdi, ikiz olmanın ne kadar ayrıcalıklı bir kavram olduğunu yaşıyoruz.

PİYANO BİZİM İÇİN BÜYÜK BİR KEŞİF VE OYUN ARACIYDI

Hiç piyano yüzünden oyun oynayamadığınızı düşündüğünüz oldu mu?
-Hayır hiç. Aksine piyano bizim için büyük bir keşif ve oyun aracıydı. Zaten böyle olmasaydı, eğlenmeseydik, piyanoya hiçbir zaman uzun soluklu tutkun olamazdık.

“KIZLARINIZDA ÇOK ÖZEL BİR YETENEK VAR!”

İlk hocanız Ferdi Statzer hakkında bugün ne düşünüyorsunuz?
-Zamanın konservatuvar müdürü Ferdi Statzer, dünyaca ünlü Fransız piyano ekolünü yansıtan, Alfred Cortot’un öğrencisiydi. Bizimkilere, “Kızlarınızda çok özel bir yetenek var, kendilerine haftada iki gün ders vereceğim” diyerek evde özel derse gelmeye başladı. Alman-Avusturya karışımı bir geçmişi olması dolayısıyla çok disiplinliydi. Bizler de onun sayesinde disipline erken yaşta alıştık. En azından bu sayede disipliniyle ünlü Notre Dame de Sion’a hazırlıklı gitmiş olduk.

Dünyanın en iyi müzik eğitimini alıyorsunuz. Nasıl bir his bu? Hep en iyilerle, en yeteneklilerle olmak, hep en iyi okullarda okumak…
-Büyük bir şans! Bu eğitim yoluna çok değerli öğretmenlerimiz sayesinde girdik. Ne kadar teşekkür etsek az. Kazandığımız birincilikler, ikonik sanatçılardan kabul görmemiz, onlarla çalışabilmemiz, kariyerimizin en önemli yapı taşlarından biri. Tabii ki çok şey kattı bize…

“Keşke sıradan olsaydık” dediğiniz bir dönem oldu mu?
-İçgüdüsel olarak ulaştıklarımızla, sıradanlığa geri dönmek zaten mümkün değil. Sıra dışı her sanatçı, yaratıcılığın yenilikçi her boyutuyla sıradanlığı kırıyor. Biz de öyle yaptık.

BİRİ PSİKOLOJİ DİĞERİ FELSEFE EĞİTİMİ ALDI

 

Yaş 18… Ve biriniz felsefe, biriniz psikoloji eğitimi alıyorsunuz. Bunun özel bir sebebi var mı?
-Ailemiz, akademik eğitime verdiği önemi hep hissettirdi bize. Ama bu kararı, biz, doğal olarak aldık. Bizim için müziği, felsefi ve psikolojik yönüyle değerlendirmek, temellerini anlayıp anlamlandırmak çok çok önemliydi. Bu eğitimler, müzik öğretisi ve eğitimi için bir sisteme oturttuğumuz fikirlerimizin de dayanağını oluşturdu.

Sadece müzik eğitimi almak, güdük kalmamıza sebep olur diye mi düşündünüz?
-Müzik eğitimi, maalesef yıllarca disiplinler arası ve çok dallı bir bilim olmasına rağmen, hafife alındı. Daniel Barenboim,“Everything is Connected: The Power of Music” adlı kitabında, Müziğin, bu kadar hayatımızın içindeyken, farklı akademik yaklaşımlarla bir bilim olarak ele alınıp değerlendirilmesine çok geç başladığına değiniyor.

Kişiliğinize ve müziğinize ne kattı felsefe ve psikoloji?
-Üniversite yıllarımız çok ateşli günlerdi. Öğrencilik dönemimizde, üç önemli fikir insanı, Mitscherlich, Habermas ve Adorno bizleri çok etkiledi. Kendimizle de ilgili bir sorgulama dönemine girdik. Etrafımızda, bize sürekli, “Müzikle bir şey değiştiremezsiniz!” diyen insanlar vardı. Üniversitede, sosyal problemleri tartışarak çözümler üretmek için, Goethe Üniversitesi’nde çalışma grupları kurulmuştu. Biz de bu çalışmalara katılıyorduk. Felsefe ve psikoloji dersleri bu hareketli yıllarda, müziği bambaşka açılardan değerlendirerek, düşünce yapımızı yeni boyutlarla şekillendirdi. Ve müziğin, içimizdeki asıl kuvvet olduğunu anladık. Bütün bunları gözlemlemek, yaşamak müziğimizi ve kimliğimizi her açıdan derinden etkiledi. İyi ki yaşamışız!

24 YAŞINDAN SONRA BİRLİKTE ÇALMAYA BAŞLADIK… KADER, ŞANS, TALİH, NASIL ADLANDIRMAK İSTERSENİZ, BİZİ BU NOKTAYA TAŞIDI

24 yaşınıza kadar birlikte çalmadınız… Neden? Sonra, ne düşündünüz de birlikte çalmaya başladınız?
-Her eseri, ikimiz de ayrı ayrı kendimiz seçmek, yorumlamak, müzikle olan aşkımızı yalnız yaşamak istiyorduk. Juilliard School of Music’de, master’ımızı yaparken “Young Concert Artists New York” yarışmasına hocamızın yönlendirmesiyle, duo olarak katılıp kazanmamız ardından, ICM’in bize teklif getirmesiyle, duo kariyerimize başladık. Bilinçli tercihler bütününün sonunda; kader, şans, talih, nasıl adlandırmak isterseniz, bizi bu noktaya taşıdı.

HÜCRELERİMİZİN HER NOKTASINDA AŞK İLE YAŞIYORUZ

Yoğun çalışma ve karşılığında bol ödüllü, çok sıkı bir başarı çizgisi… Peki ya özel hayat? Hayatın keyifleri… Aşk?
-Aşk, herkesin kendi boyutunda yaşadığı derinliğine bir yolculuk. Mesleğimiz dolayasıyla, göz önünde olan kişilikler olarak, yaratma sürecimizin de bir parçası olduğu için özel hayatımızın sınırlarını korumaya çalışıyoruz. Hücrelerimizin her noktasında aşk ile yaşıyoruz.

İLK NABIZ ATIŞIMIZDAN İTİBAREN İÇ RİTMİMİZLE BİRBİRİMİZE BAĞLIYIZ

İki kardeş, birbirinizi görmeden müthiş bir duyarlılıkla aynı şeyi çalabiliyorsunuz. Bu nasıl bir telepatik bağ?
-Eş zamanlı doğmak, ana rahmini paylaşmak, hayata göz açtığımız anda, ilk karşılaştığımız insanlar birbirimiz olması…. Belki de tüm bunlar, telepatik bağımızı güçlendiriyor. İlk nabız atışımızdan itibaren, iç ritmimizle birbirimize bağlıyız. Birimizin nabzı hızlanırken, belki diğeri yavaşlıyor ya da birbirimize eşlik ediyoruz. Bu şekilde dengeyi yakalıyoruz. Bu telepatik bağı, bir sürprize dönüştürmek üzere araç olarak da kullanıyoruz. Bu sürprizi azami etkiyle yaşamak adına, piyanolarımızı, arka arkaya yerleştirmeye karar verdik.

KENDİMİZİ BULDUĞUMUZ GÜN MÜZİĞİ BIRAKACAĞIZ

Her seferinde yeni bir ayrıntı keşfederek çalmak, yorucu değil mi?
-Max Ernst ölümünden evvel, kendi sanatçı kimliğiyle ilgili: “Kendimi bulduğum gün, resmi bırakacağım!” demişti. Biz de müzik konusunda aynı düşüncedeyiz. Her seferinde yeni bir ayrıntı keşfederek çalmak, aksine bir mükâfat. Yoğun ve derinliğine gerçekleştirdiğimiz çalışmaların bir ödülü. Üstelik bu anı, dinleyicilerle de paylaşmak, bambaşka bir mutluluk. Her seferinde, yeni bir katmanın keşfi, farklı bir orkestra, yeni bir salonda akustiğin değişkenliği, o günkü ruh halimiz, seyircinin ruh hali, iki yeni piyanonun değişik tınıları, tüm bu “momentumu” özel kılan etkenlerin bir araya gelişi, ayrıca yeni bir motivasyon.

KONSER ANI HEM BİZİM HEM DE DİNLEYİCİLER İÇİN EŞSİZ VE TRANSANDANTAL BİR AN