ANDANTE RÖPORTAJI

Müziğe, sanata, öğrenmeye, öğretmeye adanmış bir ömür

 Serhan Bali

Piyano ikilimiz Güher ve Süher Pekinel Türkiye’nin yıllardır klasik müzik alanında dünyaya açılan yüzü oldular. Almanya ve ABD’de müzik ve sosyal bilim alanlarında aldıkları güçlü eğitimin ardından dünya sahnelerinde fırtına gibi estiler, pek çok prestijli festivalde ve konser salonunda sahneye çıktılar, Karajan ve Bernstein gibi iki efsanevi şefle birlikte çalışma şansını yakaladılar. İkilimiz son olarak bu yılın başında Alman Cumhurbaşkanının kendilerine tevdi ettiği prestijli Liyakat Nişanının da sahibi oldular. Biz de bu vesileyle ikilimizle sahne üzerindeki ve özellikle eğitim alanında yoğunlaşan sahne dışındaki çalışmaları hakkında sohbet ettik.

Almanya Federal Cumhuriyetinden aldığınız prestijli Liyakat Nişanı ‘Bundesverdienstkreuz’ ödülü sizi olduğu kadar yurttaşlarınız olarak bizleri de çok sevindirdi. Öncelikle bu büyük başarınızdan dolayı sizi kutlarım. Bu anlamlı ödülün, Türkiye ve Almanya arasında kökleri uzun yıllara dayanan dostluk ve işbirliği düşünüldüğünde, ne anlama geldiğini kısaca açıklar mısınız?

Bu ödül, alanında kültürler-arası diyaloğu sağlam temellere oturtarak kuran ve şekillendiren önemli kişiliklere takdim ediliyor. Kariyerimize ilk başladığımız yıllardan bu yana, müziğin evrensel dili ile tüm dünyada farklı bakış açılarının bir arada hoşgörü ile var olması için çalışmalarımızın ve bunun yanı sıra müzik literatürüne katkılarımızın ödüle layık görülmesinden büyük mutluluk duyduk. Tüm birikim ve deneyimimizi müziğin birleştirici, iyileştirici ve paylaştırıcı gücü ile, 15 yıldır yürüttüğümüz müzik eğitimi sistemleriyle yeni nesillere transfer etmemizin, bu ödüldeki rolünden ayrıca onur duyduk.

Liyakat Nişanı, profesyonel kariyerimizde ilkelerimizden hiçbir zaman taviz vermeden, her zaman yaşamın dengesi içerisinde bize sunulan imkanları, her yaştan çocuk ve gençlere aktarmamızın sürdürülebilir etkisinin bir sembolü. Tüm bu özellikleri ile bu ödül, Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin bir uzantısı olarak, müzik ve eğitim alanında da köprülerden öte sarsılmaz ve organik olarak kendini geliştiren, karşılıklı bir iletişimde güvenin kurulduğu anlamına da geliyor. Kültürün değişik  renkleri için yeni bir kapı, yeni nesiller için bir umut kaynağı.

Almanyanın ortaokul yıllarınızdan itibaren kişiliğinizi, kimliğinizi şekillendiren, kültürünüzü biçimlendiren, sizi müzisyen kılan ülke olduğunu görüyoruz. Almanya ve Alman kültürü söz konusu olduğunda sizi en derinden etkileyen, en hayran olduğunuz özellikleri nedir diye sorsam?

Almanya’ya yolculuğumuzu müzik tutkumuz yönlendirdi. Klasik müziğin kurucuları olarak nitelendirilen Bach, Mozart ve Beethoven’ı, doğdukları ve tüm dünyanın bir parçası haline geldikleri ülkede içselleştirme arzusu ile, hiç Almanca konuşamasak da bu ülkeye büyük heyecanla geldik.

Yatılı okul ‘Odenwaldschule’de eğitimimize devam ederken paralel olarak Frankfurt Musik Hochschule’de Busoni ve Leschetizky ekolünün temsilcilerinden, Leschetizky’nin asistanı  Egon Petri’nin öğrencisi August Leopolder’dan ders almaya başladık. Öncelikle ‘Odenwaldschule’de Alman eğitim sistemini birebir deneyimlemek, vizyonumuza büyük bir katkı sağladı. Akademik eğitimin sanat eğitimiyle destekleniyor olması, hayata karşı duruşu yeni yeni şekillenen gençlerin ruh ve akıllarında ileriye dönük etkili formasyonlar oluşturuyor. Bu açıdan bizi Almanya’da en derinden etkileyen unsurlardan biri, eğitim sistemi oldu.

Lise mezuniyetimizin ardından Frankfurter Musikhochschule’de üniversite eğitimimize başladığımız yıllar, Avrupa için sosyal ve politik açıdan çok hareketli günlerdi. İnsan hakları için her alanda mücadele kampüslerde de etkisini sürdürüyordu Biz de paralel olarak devam ettiğimiz Goethe Üniversitesi’ndeki felsefe ve psikoloji derslerinin yanı sıra, çalışma gruplarına ve protestolara katılıyorduk. Üniversitede sosyoloji hocamız olan Profesör Joui de ders veriyor ve hepimizi etkiliyordu. Bu ortam vizyonumuzun şekillenmesinde büyük rol oynadı. Müzikal açıdan, hayran kaldığımız en önemli noktalardan biri, klasik müziğin doğduğu ülkelerden olan Almanya’da müzikle birlikte sanatın da hayatın bir parçası olması. Derinliğine ve özümseyerek farklı sanat disiplinleri ve müzik ekollerini çalışma fırsatı bulabildik.

Müzik eğitimi ülkemizde daha farklı verilseydi…

Ülkemiz her açıdan zor bir dönemden geçiyor. Toplumu oluşturan farklı görüşten insanların birbirlerini anlamaları ve ortak noktalarda buluşmalarının gün geçtikçe zorlaştığını, hoşgörü ve diyalog ortamının aşındığını gözlemliyoruz. Sizce müzik eğitimi ve müzik kültürü ülkemizde geçmişten bugüne çok daha ciddiyetle ve profesyonelce ele alınsaydı bugün yaşadığımız sıkıntılar daha az olur muydu veya müzik bu sıkıntıları tedavi edici güce sahip midir?

Bizler gibi, sizin de durumu fark etmiş olarak nokta atışı bir soruyla düşüncelerimizi öğrenmek istemenize teşekkür ederiz. Müzik ve genel anlamda sanat, insan doğasının birebir yansıması olması nedeni ile, içinde büyüdüğü, beslendiği ve etkilendiği toplum ve kültürü yansıtıyor. Bu farkındalık ile müzik eğitimi ele alınmış olsaydı, bugün empati ve hoşgörü eksikliğinin daha az boyutta olacağına inanıyoruz. Zira ortak noktada buluşmak, karşılıklı anlayış ve farklı bakış açılarının bir arada nefes alması ve var olması, bireylerin öncelikle kendi iç dünyalarında dengeyi bulmalarıyla mümkün olabiliyor. Ruha ve akla aynı anda hitap eden, doğduğumuz anda içimizde kalp atışımızla birlikte yer edinen, dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı gibi sınıflandırmaları, insanların birbirine koyduğu bariyerleri ortadan kaldıran müzik, bu dengenin kurulmasında başrole sahip.

İnsanlığın kendisi ve toplumla olan ilişkisini yeniden mercek altına aldığı Covid-19 sürecinde, ilk karantina döneminden itibaren sosyal medya hesaplarımızdan duyurmaya başladığımız gibi “müzik birleştirir, müzik iyileştirir, müzik paylaştırır” diyoruz. Bu oluşturduğumuz sloganların artık müzik programlarında, instagram söyleşilerinde, konserlerde de, bizim ardımızdan kullanılmaya başlandığını görüp seviniyoruz. Tüm kariyerimiz boyunca verdiğimiz mesajlardan ve müzik eğitim sistemlerimizde uyguladığımız yöntem ve konseptlerden ilham alınıyor olması, değişim yolunda büyük bir adım. Zira taklit, model alma davranışının da başlangıcı ve önemli bir öğrenim sürecidir.

her & Süher Pekinel Anadolu Müzik Eğitimi kapsamında bugüne dek seçtiğiniz altı öğretmen Mozarteum Üniversitesi Orff Enstitüsünde burslu olarak dil kursu ve yoğun bir eğitim aldı. Sizce bu sayı yeterli mi, daha artırılması için çalışmalarınız sürüyor mu? Milli Eğitim Bakanlığı ile yaptığınız ortak çalışma hangi aşamada?

Okul öncesi yaş aralığında, 3-7 yaş döneminde, Mozart etkisi olarak adlandırılan akademik çalışmalar, Paul Nordoff ve Clive Robbins’in yürüttüğü araştırmalar, bu yaş grubunda müzik eğitiminin, çocuklarda beynin sağ ve sol lobunun aynı anda aktive edildiğini, analitik ve duygusal zekânın eş zamanlı birbirini destekleyerek geliştiğini ortaya koyuyor. Bu çalışmalar doğrultusunda, Türkiye’de müzik eğitiminin müfredata adaptasyonu ile ilgili ne yapabiliriz sorusunun yanıtını, Güher & Süher Pekinel Anadolu Müzik Eğitimi sistemimiz ile sağlıyoruz.

Bu sistem kapsamında, evvela Orff-Schulwerk müzik eğitim pedagojisi üzerine yoğunlaştık. 

Orff-Schulwerk’de ilk amacımız Anadolu’da devlet okullarında çocukları müzikle buluşturmaktı. Orff-Schulwerk, çocukların içlerinde var olan ritim duygularını, şarkı ve beden perküsyonu ile besliyor. Anadolu’daki lokal çok seslilik de yaratıcı sürecin gelişmesi için çok uygun bir altyapı sağlıyor. Akademik müzik eğitimleri, enstrüman bilgisi ve deneyimlerinin ışığında seçtiğimiz öğretmenlerin, Orff-Schulwerk’i yerinde, yani Mozarteum Üniversitesi Orff Enstitüsü’nde yoğun bir eğitimle öğrenmeleri büyük önem taşıyordu. Burslu eğitimlerini tamamlayan öğretmenler, ülkemize döndüklerinde, MEB ile uzun görüşmelerimiz sonucu imzaladığımız ve her sene yenilenen protokolümüz doğrultusunda, mahalli eğitimler kapsamında il il okul öncesi ve müzik öğretmenlerini eğitmeye başladılar. Derslerde kullanılan Orff enstrümanları da cömert sponsorumuz QNB Finansbank sayesinde tarafımızdan sağlandı.

Bu sistematik çalışma düzeni bir domino etkisi yaratıyor. Orff-Schulwerk eğitimini tamamlayan öğretmenler, okullarında hem diğer öğretmenleri hem de öğrencilerini bu eğitimin onlara sağladığı yeni bakış açılarıyla sisteme dahil ediyor ve bilgilendiriyorlar. Çalışmalarımız 2019-2020 eğitim-öğretim yılı ile merkezi hizmet içi eğitim merkezlerinde, tüm Türkiye’den öğretmenlerin katılımı ile ivme kazandı ve geçtiğimiz senelerle birlikte toplam 52 şehre ulaşılması hedeflendi. İlk yarıyı tamamlamamızın ardından maalesef Covid-19 nedeni ile şu an beklemedeyiz. Şartlar el verdiğinde telafileri MEB işbirliği ile tamamlayarak, önümüzdeki dönemde yeni müzik eğitimi pedagojilerini de Türkiye’ye tanıtacağımız çalışmalar hız kesmeden devam edecek. Anadolu’da Orff’la özdeşleşmiş ve MEB tarafından birlikte yürütülen tek sistem olan Güher & Süher Pekinel Anadolu Müzik Eğitimine rağbet beklentimizin üzerinde bir seviyeye ulaştı. Örneğin eğitimlerin ikinci yılında 2018-2019 döneminde, sosyal medyada yeni dersler için duyurular yapıldığında sadece saatler içerisinde Anadolu’da öğretmenlerden büyük bir rağbet görerek yaklaşık 19 bin başvuru aldı.

Konser salonlarının müziğe, müzisyene, dinleyiciye etkileri

CSOnun yeni konser salonunun açılışında CSO ile birlikte solist olarak sahneye çıktınız. Bugüne kadar dünyanın belli başlı konser salonlarında sahneye çıkmış sanatçılarımız olarak, Türkiyenin ilk üzüm bağı oturma düzenine sahip konser salonunun müzik, eğitim, icra, dinleme bağlamında ülkemize, Ankaraya ve insanlarımıza ne gibi yararlar kazandıracağını düşünüyorsunuz?

Ülkemizin en eski ve köklü orkestralarından biri olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile kopmaz bir bağımız var, her zaman profesyonel anlamda kendilerini inançla destekledik. Yeni salonun açılışı için üç farklı Cumhurbaşkanlığı döneminde, devlet ile görüşmelerimizi salon açılışına ön ayak olmak için sürdürdük. Zira müzisyenler, şefler, dinleyiciler, konseri dinlemeye gittiklerinde, doğal olarak kalite istekleri eserin en iyi yorumu için kaçınılmaz oluyor. En önemli faktörlerden bir tanesi de salon kapasitesi.

Bir salondaki akustik parametrelerin en üst seviyeye ulaşması, müzisyenlerin müzikal etkileşimi ve dinleyicilere aktarılan yorumu doğrudan etkileyerek, konserin performans kalitesini de yükseltiyor. İkonik şef Herbert von Karajan’la çalışmalarımız sırasında, salonların akustik tasarımlarının ne kadar önemli olduğunu kendinden dinleme fırsatı bulduk. Bugün en kaliteli kayıtlarında, kendisinin salonların orkestra performanslarını nasıl etkilediğine dair görüşlerinin, incelikle yaptığı stratejik çalışmaların dikkate alınması büyük rol oynadı. Orkestra müzisyenleri kendi salonlarında çalarken, adaptasyonlarını mimari yapıya göre de şekillendiriyorlar. Klasik Roma tiyatrosundan etkilenerek, dinleyici bölgeleri değiştirilen üzüm bağı salonlarda yanal enerji oranı da arttırıldığı için, sesin dinleyicilere ulaşma süresinin eşitlenmesi hedefleniyor.

CSO’da yeni salonun mimari yapı ve tasarımı ile en üst düzeyde ses erişimi ve akustiğin hedeflenmesi, bizim de tüm görüşmelerimizde üzerinde durduğumuz üzere eşsiz konser deneyimlerine muhakkak ki olanak sağlayacaktır. Kapasite de dinleyiciler için 800 koltuktan 2023 koltuğa çıkarılarak büyük bir adım atıldı. Bunun yanı sıra 500 ve 600 koltukla oda müziğine ayrılan salon farklı konser ve kayıt olanakları sağlayacak. Orkestranın yeni evi olan bu salon, gittikçe artacağını umduğumuz ses uyumu ve kalitesinin yakalanması ile, konserlerin en üst seviyede kaydedilmesine de ön ayak olacak.

Neden yüz yüze değil arka arkaya çalıyorlar?

Bundan önce de sormuştum ama hem okumamış olanlar hem de gençler için bir kez daha sorayım: Diğer piyano ikililerinden farklı olarak sahnede karşı karşıya değil arka arkaya konumlanıyorsunuz. Bu tercihinizden gördüğünüz yararları anlatır mısınız? Tavsiye edebileceğiniz bir uygulama mı bu yoksa her ikili kendi yöntemini mi bulmalıdır?

Göz temasının olmaması, bizim için ‘yaratıcı güç’ olarak değerlendirdiğimiz bir mesafe yarattı. Zira bizim yorumumuz, bir ikilinin piyanistik açıdan etkileyici olan homojenite ve eşzamanlılığının yanı sıra, her ikimizin de  ayrı karakteristik özellikleri ve kendine has tınılarının ifadesine dayanıyor. Sürekli genişleyen senfonik ses anlayışımızda, müzikal yorumlamada her seviyede mükemmelliğe ulaşmak adına yaptığımız araştırmaların sonucunda, iki piyanonun kapağı orijinal formunda seyirciye doğru açık olduğunda, iki güçlü solistin orijinal saflıktaki sesinin kayba uğramadığı, pedalların belirsizleşmediği bir dizilim gerçekleşiyor.

Bu konumlandırmanın, müziğin nefesi ve ritmini daha bireysel şekillendirerek deneyimlememizi sağladığını ve ses kalitesinin karakterinde kayıp yaşamadan seyirciye ulaştığını keşfettik. Bu sayede şeffaf bir akışkanlık, hassas bir tonalite ve tını ile, belirgin bir eşsizlikte bir araya getirdiğimiz farklı özelliklerimizi şekillendirebiliyoruz. Tek arzumuz da bu.

Kesintisiz büyüyerek akan nefes ve ‘momentum’ farkındalığını seyircilere aktarmak istediğimiz konserlerimizde bu pozisyon bizler için en doğal ve mantıklı olanı. Bu sayede kulaklarımız gözlerimiz haline geliyor ve intiutiv bir seviyede risklerin sürprizlere dönüştüğü, zaman ve mekândan bağımsız bir alan yaratılıyor. Her ikili için süreç farklı olabilir, kendi yöntemlerini uzun süre deneyimleyerek yaşamaları gerekiyor. 

Tüm hedeflerine ulaştıklarını düşünüyorlar mı?

Global çapta çok görkemli bir ikili piyano kariyeri yaptınız, peki kariyeriniz boyunca ulaşmak istediğiniz tüm hedeflere ulaştığınızı düşünüyor musunuz? Sizden sonra ikili piyano kariyeri yapmak isteyecek gençlerimize vermek istediğiniz tavsiyeler var mı?

Müziğe yeteneğimizi keşfederek, profesyonel anlamda okul öncesi dönemden itibaren eğitim almamızı sağlayan ailemiz ve müzik pedagoglarımız sayesinde, erken yaşta içselleştirdiğimiz müzikal nosyonlar doğrultusunda, eğitimimizde ve buna bağlı olarak kariyerimizde uyguladığımız bilinçli tercihler sayesinde, ilham aldığımız müzisyenlerle aynı sahneyi paylaşma şansına ulaştık. Klasik müzik dünyasının en önemli menajerleri, plak şirketleri ile çalıştık. En önemli orkestralarla, prestijli salonlar ve konser serilerinde sahne aldık. Kariyerine yeni başlayan müzisyenlerin hedef gösterdiği başarılara ulaştık. Ancak bizim için yolun sonu diye nitelendireceğimiz bir durak bulunmuyor. İçimizden gelen ve bizi motive eden tutku ve enerjiyle her zaman yeni hedefler belirliyor, tüm emek ve adanmışlığımızı buna kanalize ediyoruz.

Curtis’te okurken herkes sabahtan gece yarısına kadar durmak bilmeyen bir çalışma içerisindeydi. İstenilen program ve hele Rudolf Serkin’in direktör olarak aldığı sadece dört öğrencisinden ikisi olan bizler için durum, başında zannettiğimizin ötesinde çok daha zordu. Etrafımızdaki öğrencilerin mücadelesini görerek, azmimizin en önemli faktörlerden birisi olduğu bilinci içinde kendimizle bir savaşa girdik. Bir haftalık programımız, hepsi de ezberden bir tane Beethoven sonat, bir tane Chopin etüt, bir tane Bach prelüd ve vakit varsa muhakkak bir tane füg olurdu. Üç hafta boyunca bu program çalışılır ve ardından yenisi istenirdi. Zamanla yapamayacağımızı düşündüğümüzde içsel kuvvetin kendiliğinden çalışmaya başladığını ve bizleri beklentimizin ötesinde hızlandırarak yepyeni bir yola yönlendirdiğini gördük. İnsanoğlunun doğru olduğuna inandığı, severek yaptığı hiçbir şeyin sonuçta zor olmadığı, zorluğu kendimizin yarattığını ve bunu aşmanın da bizlerin görevi olduğunu, çalışmamızda bizi ileriye götüren en önemli faktörlerden biri olarak yaşadık.

Genel anlamda müzik alanında kariyer yapmayı arzu eden gençlere, bu yolda adil, dürüst, samimi, hıza adapte olabilecek bir düşünce yapısında, belirsizliği hemen kabul ederek yeni alternatiflerin adaptasyonu için vizyon sahibi olmalarını tavsiye ediyoruz. Zihin yapısının gelişime açık bir kuvvet ve esneklikte olması büyük önem taşıyor. Özellikle günümüzde hızla dijitalleşen dünyada zihnimiz bu doğrultuda şekilleniyor ve bu yapı hayat çizgimizi de şekillendiriyor.

Bu özellikleri güçlendirirken, başarıya ulaşmada ayrıca psikolojimizi de besleyen ve motive eden en önemli unsurlar umut, kendine inanmak ve ne istediğini en ince yapısına kadar bilmek. Bugün çok büyük olan rekabette her şeyi ortaya koyarak hedeflerine ulaşmak için kendilerini tümüyle adamaları gerekiyor. Tüm bunların bir arada sizi forme ettiği gelişiminizde, aileden gelen ve doğru eğitim ile içselleştirilen disiplin de en önemli unsurlardan biri. 

Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler (DSGM) projeniz çok sağlam adımlarla ilerliyor. Can Çakmur, Veriko Tchumburidze, Tolga Atalay Ün, Yunus Tuncalı, Emir İlgen ve diğer gençlerimiz daha şimdiden ilerde çok güzel işler yapacaklarını müjdeleyen başarılar sergiliyorlar. Gençlerle aranızda nasıl bir iletişim ve ilişki var? Gençlerle düzenli toplantılar yapıyor musunuz? Müzik dışındaki sorunları ve ihtiyaçlarıyla da uğraşıyor musunuz?

Sizin de çok yakından tanıdığınız DSGM sadece önemli teknik unsurların bir araya gelmesiyle değil ayrıca birebir diyaloğu destekleyen mentörlük üzerine de kurulu ve bu doğrultuda sıra dışı müzisyenlerle aramızda çok yakın iletişime dayalı bir ilişki var. Mail, whatsapp, mesajlaşma, telefon günlük hayatımızın bir parçası. Eğitim kararları, hoca seçimleri, konser angajmanları, konser programları ve kostümleri, başvuracakları yarışmalar, kayıtlar, kurumlarla yazışmaları ve başvuruları gibi daha birçok konuda bize danışıyorlar ve biz de kendilerini her zaman yönlendiriyoruz. Her akademik yıl başında ve ara dönemlerde görüşmelerimiz ve yazışmalarımız rutin olarak gerçekleşiyor. Hepsi farklı ülkelerde eğitimlerini sürdürdükleri için yüz yüze her zaman bir araya gelemesek de, konserler vasıtasıyla gelişimlerini izelemek için onları Türkiye’ye getirdiğimizde, görüşmelerimiz tabii ki daha yoğun ve kapsamlı oluyor.

Türkiye’de eksikliği hissedilen oda müziği konserlerinin telafisini de bu doğrultuda gerçekleştiriyoruz. Zira bizimle ilişkilerinin yanı sıra, müzikal deneyimlerini yeni bir derinliğe yönlendirerek bir araya getirmelerine olanak sağlayan oda müziği konserleri, aralarındaki iletişimi de güçlendiriyor ve farklı müzik ekollerinden aldıkları eğitimleri bir araya getirme fırsatı da sunuyor. Konserlerden önce provalarında tüm gün onlarla çalışıyor ve  onları dinleyerek yönlendiriyoruz. Hatta Covid-19 öncesi birlikte yemeğe çıkıyor ve uzun sohbetler de gerçekleştiriyorduk.

Yine düzenli olarak kayıtlarını hepsinin dinliyoruz. Performanslarındaki gelişimlerini DSGM ilkeleri doğrultsunda değerlendirerek, DSGM içerisindeki statülerini ve bursluluk durumlarını da dikkatle inceliyoruz. İlkeler doğrultusunda kendilerinden beklenen gelişim söz konusu değilse, bir süre kendilerini gözlemleyerek ilerleyen süreçte durumlarına karar veriyoruz.

DSGM İlkelerinden kastımız, sıra dışı müzisyenlerin kariyerlerine doğru adımlar atarken, sağlanan imkânlar ve doğru yönlendirme ile CV’lerini dünya çapında prestijli yarışmalarla genişletmeleri. Zira bugün özellikle online mecralarda birçok yarışma düzenleniyor ama önemsediğimiz, yarışmaların kaliteli, prestijli ve kapı açabilecek seviyede olması. Kariyerinize müzikal katkılar sağlayarak bir müzisyen olarak sizi uluslararası çapta ileriye taşıması. Bu açıdan attığınız adımlar ve aldığınız kararların tutarlılık içinde ilerleyerek yapılması dünya çapında bir kariyer için kaçınılmaz. Şişirilmiş özgeçmişlerde ilgisiz yarışmalar, sadece dolu göstermek adına kariyere artısı olmayan konserlere rastlıyoruz ancak önemli olan çok yarışma ve çok konser değil, hangi yarışmalarda derece aldığınız ve hangi salonlarda hangi orkestralarla çaldığınız. Bizler gibi onların da hayatlarının tümünü kapsayan müzik haricinde, elimizden geldiğince diğer tüm sorunları ve ihtiyaçları için de devreye giriyor, çözümler sunuyoruz. 

Can Çakmur’un önemli ICMA başarısı

Can Çakmurun prestijli ICMA Ödüllerinde iki yıl üst üste ödül almak gibi ICMA tarihinde daha önce görülmemiş bir başarıya ulaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Can’ı ilk dinlediğimizde zihin yapısı ve kendine has kişiliğinden etkilenmiştik. Çok hızlı düşünen ve entelektüel kapasitesi derin ve geniş bir piyanist karşımızdaydı. Daha gidecek uzun bir yolu olduğunu biliyorduk. Doğru hoca, yarışma gibi konularda altı yıldır DSGM sisteminde bursunun yanı sıra, müzikal fikirlerimiz ve entelektüel mentörlüğümüz ile desteklediğimiz Can’ın opsiyonlarını hızlı ve kararlı bir şekilde değerlendirerek geldiği noktada, ikinci ICMA ödülünü aldığı için büyük sevinç duyuyoruz. Kendisi tüm imkânları, yeteneği ve adaptasyon gücü ile uygulamaya geçirdi ve çok iyi kritikler alan iki CD’si ile de büyük bir atılım yaptı. Çok araştıran ve okuyan, birikimini yorumuna yansıtan Can’ın eminiz adını daha uzun yıllar duyacağız. 

Eğitim alanındaki çabalarınızın sürekliliğini sağlamak adına çalışmalarınızı bir vakıf çatısı altında toplamayı hiç düşündünüz mü? Böyle bir çabanız oldu mu veya olacak mı?

 

İleride hayata geçirmeyi planladığımız daha büyük ve kapsamlı projelerimizi, müzik eğitim sistemlerini de dahil ederek bir vakıf çatısı alında toplama fikri, şu an üzerine düşündüğümüz konulardan biri.

resel Covid-19 salgınında yaşamınızı nasıl sürdürüyorsunuz? Bu salgın pek çok insana olduğu gibi size de insanlığın içinde bulunduğu durumu, bugünümüzü ve geleceğimizi sorgulatıyor mu?

Covid-19 salgını tam anlamıyla kültür-sanat sektörünü vurdu. Tüm dünyada müzisyenlerin düştüğü zor durum maalesef devam ediyor. Bizim de birçok diğer müzisyen gibi iptal olan programlarımız var. Bu süreçte dinleyiciler için yeni proje ve kayıtlar üzerinde çalışıyoruz. Piyano çalışmadığımız zamanlarda, müzik eğitim sistemleri ile ilgili işlemleri yürütüyoruz.

Sosyal medya ve online platformların pandemi sürecinde bilgiye erişim, haberleşme, yeniliklerin hızla paylaşımı gibi konularda daha da önem kazanması sonucu, kültür-sanat gelişmelerini bu alanlarda da yakından takip etmeye çalışıyor, özenle oluşturduğumuz içerikleri kendi hesaplarımızda da takipçilerimizle paylaşıyoruz. Zira özenli içerikler sosyal medya tüketicilerinin bilinçli tercihleri ile paralel olarak sosyal medyada da ulaşmak istediğiniz seviye ve kaliteli etkileşimde belirleyici olacak.

Şu an tüm dünyada bu platformlar, kendini yenileme ve daha yaratıcı olmak için çabalama aşamasında diye düşünüyoruz, yöneticiler de gidişattan memnun olmadıklarını belirtiyorlar. Nitelik yerine niceliğin ön plana çıktığı, içeriği boş olmasına rağmen, sayılarla herkesin bunu bir gurur kaynağı olarak göstermeye başladığı kontrolsüz bir büyüme de var. Göz önünde olan kişiler olarak, bizlerin buna daha da dikkat etmesi gerektiğini düşünüyoruz. 

Gündem, sağlık, dünya haberleri gibi konuları da yakından inceliyoruz. Bilim ve sanat artık hak ettiği değeri bu mecralarda da görmeye başladı, bugün önümüzü aydınlatacak en önemli pusulalar. Bilim zihni beslerken, sanat, yaşam kalitesini arttıran, niteliği derinleştiren, ruha hitap eden özelliği ile dengeyi sağlıyor.

Röportajlarımızda ve yazılarımızda da hep belirttiğimiz gibi, bu dönem tüm insanlığa her yönüyle evrendeki yerini sorgulatan bir süreç. Uzun süredir, alarm çanlarının çaldığı iklim sorunu ve neden olduğu doğal felaketler, doğa, sürdürülebilir tarım gibi konular için derhal adımların atılmasına geç bile kalındı. Z kuşağı bu konuda daha bilinçli, her ne kadar ben merkezcilikleri ön planda gözükse de evrensel problemler söz konusu olduğunda, aktivizmleri etkili.

Sahne sanatçılığı kariyeriniz salgın sonrası nasıl bir seyir izleyecek? Salgından sonra sizi uluslararası festivallerde ve konser salonlarında izleyebilecek miyiz?

Medyadan sizin de takip ettiğiniz üzere, öngörülemeyen, tüm soruların yanıtsız kaldığı bir dönemdeyiz. Zira yeni mutasyon ve mutasyon varyasyonları bilim adamlarının açıklamalarına göre, hayatımızı uzun bir süre etkilemeye daha devam edecek. Avrupa’da konserlerin yanı sıra tüm festivaller birer birer erteleniyor ya da tümüyle iptal ediliyor. Örneğin son olarak Luzern Bahar Festivali de iptal oldu.

Bu nedenle bizim de diğer meslektaşlarımız ve tüm sektörlerde olduğu gibi sürekli değişen parametreler doğrultusunda önümüzü görmemiz mümkün olamıyor. En iyi senaryoda, salgın sonrası, dinleyicileri heyecanlandıracağına inandığımız konser projeleri için şu an görüşmelerimizi yine de sürdürüyoruz. Ayrıca 2021 yılı kariyerimiz açısından da ilklerin yaşandığı önemli gelişmelerin yıldönümü. İkili kariyerimizi başlatan New York Young Concert Artists birinciliğimiz ardından dünyaca ünlü menajerlik şirketi ICM (International Classical Music Management) müdürü Sheldon Gold’un teklifi ile 45. yılını kutlarken, aynı zamanda Deutsche Grammophon ile yaptığımız ilk kayıt olan Rachmaninov Süitler 40. yaşına bastı. Tüm bu gelişmeler ve sürprizlerle bağlı festival ve konser hazırlıklarımız Covid-19 gölgesinde sürüyor.

Tüm diğer sanatçı, müzisyen ve gençlere de, umutlarını kaybetmemelerinin önemini bu vesile ile hatırlatmak isteriz. Dünyada daha önce de bir çok pandemi ve kitleleri etkileyen olaylar yaşandı. Bu süreç de belki uzun sürecek ama beraber el ele vererek, pozitif bir yaklaşım ve umutla süreci birbirimizi besleyerek aşacağız. Yaşamlarımızın en önemli katalizörü ve mutluluğun anahtarı olan umudun bittiği yerde negatiflik bizi geri çeker. Umuttan beslenen ve insanın içindeki enerjinin bitmeden tükenmeden kendini her zaman gösterdiği yaratıcılığı hiçbir güç yok edemez ve zor zamanlardan geçmemize rağmen o daha da kuvvetlenir. Bu kuvvet ile herkese içlerindeki enerji ve umuda inanmalarını söylemek isteriz.

Sizi yakından takip eden bir dinleyiciniz olarak ben bugüne kadar daha çok çağdaş besteciye eser siparişi verip sahnede çalmanızı ve kaydetmenizi isterdim. Bu konuda siz ne düşünürsünüz?

Elimizde bize gönderilen birçok yeni eser mevcut. İki piyano literatürüne katkı ve yeni ifade olanakları sağlayacak her eseri evrensellik, kalite ve geleneği özümserken yeniliğe yaratıcı kapılar açan özellikler barındırması kriterleri ile ele alıyoruz. Bu özellikleri, kendine has doku ve renklerle öne çıkaran bir eser karşımıza çıkarsa derhal stüdyoya girmeye hazırız.

Bernstein’ın gözetiminde hususi olarak bizler için iki piyanoya adapte edilen West Side Story: Symphonic Dances ve Jacques Loussier’in Bach konçertolarının bizler için jazz adaptasyonları, yine Bach konçertolarının synthetizer ile 2 Grammy ödüllü Bob James tarafından iki piyanoya uyarlamaları ve Kryztof Penderecki’nin tarafımıza iki piyano için uyarladığı Ciaconna in memoria Giovanni Paolo II – ‘Polish Requiem’ – her zaman yenilikçi eserleri yorumlama tutkumuz sonucu ortaya çıkan, çok değerli müzikal beraberlikler, unutulmaz kayıtlar ve eşsiz konserlere vesile olan çalışmalar oldu. Bu adaptasyonlar ve iki piyano literatürü için başlıca eserlerin kayıtlarının özel bir seçkisi olan Treasures Box exclusive edisyonu ile online satış mecralarında dinleyiciler ile buluşmaya devam ediyor. Çok iyi kritikler alan, 4 DVD, 2 Blu-Ray, 7 CD ve 1 kitaptan oluşan bu özel albümün devamında yeni sürprizler de gelecek.